Türk edebiyatında, Türkçeyi en iyi kullanan yazarlarımızdan biri olarak kabul edilen Türk Dilleri / Türk Edebiyatı Tarihçisi ve Kuramcısı, Ön (proto) Türkler Araştırmacısı, Eğitimci, Şair ve Yazar, Ödül Kültür ve Sanatevi Bölüm Başkanı Aysaltuk Vahap Öntaş, ilişikteki yazınsal çalışmalarından da anlaşılacağı üzere; edebiyat dünyasına onlarca eser kazandırmanın yanı sıra, “Ana Dilimiz Türkçe”yle ilgili çeşitli bilimsel çalışmalar, sunumlar yaptı; 10.000 saati aşkın söyleşiler gerçekleştirerek on binlerce katılımcının usunda, yüreğinde “Ana Dilimiz Türkçe”yle ilgili bir duyarlılık oluşmasına katkıda bulundu.
TDK’nun aylık yayın organı olan TÜRK DİLİ DİL VE EDEBİYAT DERGİ’sinin ocak 2010 / 697. sayısında, yazarımız Aysaltuk V. Öntaşla ilgili yapılan bir sunumda ;
“…(Aysaltuk V.) Öntaş, gerçek bir dil bilinci ve duyarlılığıyla eserler ortaya koyan, tüm eserlerinde Türkçenin kendi olanaklarından, kendi zenginliğinden yararlanan yazarlarımızdandır.” Vurgusu yapıldıktan sonra,
“ …edebiyatın farklı türlerinde daha başka birçok eser veren Öntaş, BU ESERLERİNİN TAMAMINDA TÜRKÇENİN ÖĞRETİMİNİ HEDEFLEMEKTEDİR.Bunu yaparken de başka dillere başvurmadan yine Türkçenin kendi olanaklarından yararlanma yoluna gitmektedir. Eserlerinde çoğumuzun aslında bildiği ama nedense pek kullanılmayan (………..)… gibi daha pek çok Türkçe söze yer vermekte, bunlarla da güzel ve kendi alanında YETKİN ESERLER ORTAYA KONULACAĞINI GÖSTERMEKTEDİR. (… ..) gibi araştırma ve inceleme eserleri ve eğitime yönelik çeşitli yayınlarıyla burada adını sayamadığımız başka birçok eseri bulunmaktadır. Yazarın yukarıda sayılan eserlerinin adlarından bile üretkenliğinin yanı sıra dilimiz konusundaki duyarlılığı rahatça anlaşılabilmektedir. …. .. Eserlerinin başında ve sonunda Türkçenin kullanımına yönelik soruşturmalara da yer veren yazar, yine her eserinde, o eserde yabancıları yerine tercih ettiği Türkçe sözlere yönelik ayrıntılı dizinler de vermektedir. BUNLAR DA YAZARIN DİL DUYARLILIĞINI GÖSTERMESİ AÇISINDAN DİKKATE DEĞERDİR…..” Denilmekte, yazarın yazınsal biçemi (uslup)’yle dilsel birikimlerinin Türkçenin ana damarlarından beslendiğini, eserleriyle bilimsel çalışmalarını Türkçenin kendi öz kaynaklarıyla, olanaklarıyla taçlandırdığını okurlarına övünçlü duyurmakta; yazınsal tüm eserlerinin Türk Dilinin doğru öğrenimiyle öğretiminde birer “ ÖRNEK “ lem oluşturduğunu yazmaktadır.
Yazarımız Aysaltuk Vahap Öntaş, Ana Dilimiz Türkçemizle ilgili birikimlerini, Ankara ilimiz başta olmak üzere yurdun ayrımlı bölgelerindeki eğitim kurumlarıyla illerimizin orta ve ilk öğretim okullarında söyleşiler, paneller, konferanslar, kitap günleri gibi etkinliklerle paylaşmaktadır.
Ana Dilimiz Türkçe ile tüm bilimsel çalışmaları, çabaları dil dostları, bilim insanlarıyla Türk Dil Kurumunca da övünçlü bulunan yazarımızın “ANA DİLİMİZ”le ilgili bu “gönüllü” etkinlikleri, İLLERİMİZDE BULUNAN ÖRGÜN EĞİTİM KURUMLARINDA; kurumsal yetkilerle gerçekleşmesi sağlanmaktadır.
Türkçemizin çokça sorun yaşadığı bir süreçte, anadilimizin hedef kitlesi konumunda olan (akademisyen, öğretmen, öğrenci, veli) katılımcılar üstünde etkin ve kalıcı bir “FARKINDALIK” yaratmakta; tüm bu bilimsel eserlerin, dil öğrenimiyle, öğretiminde kullanılmakta olan “Teknik Araç Ve Gereçlerin” yetkinleşmesine; katılımcıların “Türkçe Söz Varlıklarıyla; Türkçe kullanımlarının “ gelişmesi konusunda, etkili bir “DİL” bilinci oluşturmaktadır.
ÖDÜL KÜLTÜR SANATEVİ
Yazarın “dil“le ilgili duyarlılığı salt yazdıklarıyla, yapıtlarıyla da sınırlı değil hiç. Aysaltuk V. Öntaş’ın, 2000 – 2004 yılları arasında başkent Ankara başta olmak üzere, yurdun değişik kentlerindeki Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda, 20.000 saatı aşkın “Ana Dil – Türkçe – Bilim- yazın (roman, öykü, şiir, masal) Dili – Eğitim-Öğretim dilimiz “ konulu bir söyleşi sürecini de unutmamak gerek.
Bu süreç yazarın daha önce oluşturduğu kendi okur kitlesiyle buluştuğu, kaynaştığı bir süreçtir. Dil bilincinin, yazar- okur bileşimiyle doruğa çıktığı bu dönem, yazara önemli yeni sorumluluklar yüklemiş, çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır.
Bu anlatılar. yapıtlar– yazarın en olgun dönemlerinin sonuçlarıdır. Onu daha iyi tanımak, değerlendirebilmek için “ilk” gençlik dönemlerini de irdelemek, bilmek gerekir.
Yazar öğrenimini Ankara’da; A.İ.T.İ.Akademisini bitirerek tamamlar. Aysaltuk V. Öntaş’ın ilk gençlik-öğrencilik dönemleri önemli “toplum”sal çalkantılarla geçer. Siyasal tarihimizde önemli bir yeri olan (1970-1980) Askeri darbelerinin tanığı olmakla kalmaz; o da kendi yaşıtları gençler gibi; “Darbe“lerin –mağdurları-kurbanları- arasına sokulur. Çünkü yazarı bu süreçlerde “olay“lara tanıklık etmekten çok, bu toplumsal dönüşümlerin (gençlik-işçi hareketlerinin) ateşli bir katılımcısı olarak görürüz. O kendi kuşağının (68’liler) üyeleri gibi yine toplumun, kitlelerin önündedir her zaman. Kuşağının ağrılarıyla büyütür, besler acılarını.
Yazar bu süreçlerde yaşadıklarını “Benim Yaram Sargı Öksüzüdür” şiir yapıtındaki dizeleriyle; kendinden sonraki kuşaklara coşkulu, yazınsal bir anlatımla aktarır.
ŞİİRİN DİZELERİ KAYMIŞ, DÜZELECEK…
“Deli türküm oy Akrepleri öpmüşüm
Kanatsız delice kuşum Mor sırtlı çiyanları
Sıkmışım canımı kabında örümcekleri
Sargısız tutmuşum yaramı Ağısızlarına bakmamışım
İlaçsız, sağınsız koymuşum Yüz vermemişim
sarı sıcaklara dokuncasızlarına…
Bakmışım bebeler gibi Adı duyulmamış yeri belirlenememiş
Yalamışım kurtlar mağralara girmişim
Aslanlar En koyu karanlıklarını yılanlar gibi beklemişim
Buzlar, kabuklar bağlayıncaya değin Kızdırmışım geceyi
Uyumamışım, kırpmamışım gözümü Kızdırmışım karanlıkları
Kurtlandırmamışım yaramı En yabanıl yaratıkları
bir kez de olsa saldırtmışım üstüme
Duyarsın da çığlığımı Çıyanlara sokturmuşum yaramı
Çarmıha gerersin gövdeni diye En uz’una, ağzı kızılına…”
Ağısını emdirmişim yılanlara
Kara kara sülüklere
Bir “demokrasi-düşünce” eylemcisi olan yazar, ülkesindeki toplumsal “gel-git” lerin tarafıdır her zaman. Bu anlamda çok zor geçen süreçler yaşar yazar. Düşüncesi nedeniyle “dam“lara, “mapus“lara atılır. “İşkence” lerden geçirilir. Halkının gövdesine “kir“, “yara” düşürüldüğü dönemlerde; yine “direnç“lidir, bilgedir o.
Böylesi dönemlerde de aşağıdaki dizelerde olduğu gibi “öç” duygusunu bilemek, direncini artırmak için Saltuklu Devleti’nin kurucu Yabgu’su olan büyük “Ata“sı “Saltuk Bey” e döner yönünü. Sırtını ona dayar; ondan güç alır, onu kendi “kavga” sının önderi bilir, sayar.
“Saltuk atamın Öpmüşüm üç kez
yayını almışım sırtından Alnıma tutmuşum
Kirişine yerleştirmişim yükünü Güneş’e dönmüşüm yönümü
Üç okun üçünü de Eğilmişim üç kez
öcümle yıkamışım taa sırtımdan
Çelik sırtını sıvazlamışım belimden beri…” dizelerinde de anlattığı gibi gerçek anlamda da “ölüm”le üç kez yüz yüze gelir. Böylesi acılı, ağrılı dönemlerde yine yüreğini büyük “ata”sının yüreğinin yanına koyarak “azrail”i çalımlar. Yaşama tutunur, halkının “kavga”sının yanında olmak, kalmak için. Bu “kavga” dolu yıllar onu biler; yaşadığı coğrafyanın insanı olmayı, kalmayı kotarır, başarır.
Toplumsal “belleği” çok güçlü olan yazar, içinde yaşadığı toplumun “çözümleyici” sidir de; dirençli, dili, söylemi güçlü bir “bilge”liğin “giz”ini öğrenir, alır Anadolu insanının söz ustalarından; kendinden öncekilerin kaldırdığı kutsal bayrağın taşıyıcısı, değerlerinin savunucusu olur.
Yazar, “toplumsal gel-git” leri tek başına yaşamaz hiç. Kişisel duygularını hiç bir zaman öne, açığa çıkarmaz. Kutsallarını, “aşk”larını gizli tutar. Duygularının, “Toplumcu” görüşlerinin sonucu olan “kavga”sının önüne geçmesini istemez. Aşağıdaki dizelerde olduğu gibi insani bir “duygu” olan bu yoğunluğu neredeyse -kendinin, kavgasının- “ayıp”lısı sayar. Kendi duygusunun önüne durur, yine kendini “kendi”nin önüne atar, koyar.
“…yokluğunun dikeni batmış yüreğime tüfeğimin üstündeki elimdesin
gün batımlarına düşürmüşüm sensizliği içimdeki ağılı dikende
kan kızıl akşamlara… çekirdek çekirdek
bir bilinmez bulanık sulara ışıl ışıl kavga kavga
tutmuşum düşlerimi yanan namlulara sinmiş yasın çakır dikenlerinin doğru değil bu
kaypak gülüşlerine değil sıralamışım kanımı sen fazlasın bende
canımı kavgamın önündesin..”
Yeri gelmişken yazarın Büyük Ata’sıyla ilgili bir bilgi sunmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Çünkü yazar kendini büyük atasıyla öylesine özdeşleştirmiştir ki o yazarın bir tür enerji kaynağıdır. Onun her zaman atasına sığınma duygusu bir umarsızlığın, ürkünün, ya da bir acınmanın sonucu olarak anlamdırılamaz; o yaşamsal tüm gücünü, direncini “Büyük Ata”sından aldığını düşünür. Onun en güçlü “direnç” gözesidir atası! İnancıyla taçlandırdığı her eylemin içinde, büyük “ata”sını yanı başına koyar, duyumsar. Her büyük eylemde büyük Atası Saltuk Bey’ledir. Onun “güç”lü yüreğini yüreğinin; elini, elinin yanında duyumsar. Sanlı “Kınık” boyunun Kavgadaki “duruşu”dur onun; “işkence”ler, “cezaevler”i bu büyük “enerji”yle aşılır, geride bırakılır.
Saltuk Bey, Malazgirt Savaşından (l071) bir hafta önce Bizans İmparatoru Romen Diojen’in 20 bin seçkin şövalyesini Ani şehri önünde bozguna uğratan sanlı Selçuklu komutanıdır. Sultan Alpaslanla kan bağı olan bu Saltuk Bey; yazar Aysaltuk V. Öntaş’ın da büyük atasıdır. Bilindiği gibi bu “bey” Selçuklu ailesinin önemli isimlerindendir.
Aynı zamanda Anadoluda kurulan ilk Türk Devleti olan Saltukluların da yabgusudur (hanıdır). Saltuklu devleti yıkıldıktan sonra bu ailenin son yabgusu Melikşah’ın soyundan olanlar Tunceli yöresine yerleşirler. Bu aile İlhanlılar, Memluklüler, Kara Koyunlular, Ak Koyunlularla Osmanlı döneminde de bu yörede (Sakaman, Pertek, Çemişkezek) Çarsancak Beyleri; Erzurum Pasinler bölgesinde de babadan oğula geçen sancak beyliklerini sürdürürler. Osmanlılar döneminde de babadan oğula geçen tek sancak beyliği bu (Melkişi) ailesine aittir. Çarsancak sancak beylerinden Baysungur han da yazar Aysaltuk V. Öntaş’ın yakın atasıdır. Yazarın bu alanda (Saltuklularla Ardılları) adlı bir yapıtı da “İlay”yayınlarınca okuruyla buluşturulmuştur.
Yazar Aysaltuk V. Öntaş, Anadolu halkının aydınlanmasına dönük her zor süreçlerin içinde kesintisiz yerini alır. Bu nedenle de uzunca bir dönem siyasal yargılamalarla, sorgulamalara karşı karşıya bırakılır. Yazar her dönem olduğu gibi bu süreçleri de
“geri” çekilmeden sürdürür.
Onu 1980 sonrasında eğitim-öğretimin içinde görüyoruz. O artık olgun bir ışıtmacı olarak yayın yaşamına “yayıncı” olarak döner. Eğitim yayıncılığı döneminde Türk eğitimciliğine bir çok yapıtla katılır. Yazar bu dönemlerde eğitim-öğretim yapıtlarının yanı sıra, edebiyatın çeşitli alanlarında da (Roman, öykü, öyküce -masal-, şiir, deneme, araştırma, inceleme) çeşitli ürünlerle yazınımıza (edebiyatımıza) katkıda bulunur.
Yazar yine bu dönemde İlk öğretim okullarının tüm sınıflarına yönelik İlk Aşama Ünite Dergilerini, Hasat Matematik Dergilerini, Orçun Test Dergileri’yle çeşitli eğitim kitaplarını yeterli düzeydeki eğitimcilerle birlikte hazırlar, yayınlar. Bu yardımcı ders kitaplarının yurt genelinde tüm eğitim-öğretim okullarında yaygın bir şekilde kullanımını gerçekleştirir.
Bu sayede milyonlarca ilk öğretim öğrencisinin yüreklerine, on binlerce öğretmenin belleklerine ulaşır. Öyküleriyle, masallarıyla, şiirleriyle onların sevgisini, beğenisini kazanır. Yapıtlarında “Türkçe” mizin kullanımına dönük aşırı duyarlılığı aynı kesimlerce kısa sürede coşkulu bir çoğunlukla karşılık bulur, olur alır; desteklenir. Yazar bu süreci, “ana dil Türkçe”nin yabancı kökenli sözcüklere karşı savaşımının yeni bir düzleme taşındığı süreç olarak nitelendirir. Çeşitli nedenlerle dilimize giren yabancı kökenli sözcükleri; gündelik konuşma diliyle, eğitim-öğretim araçlarıyla yersiz, özensiz kullanmanın “Türkçe”mizi büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bıraktığı görüşünü bayraklaştırır. Bu konuyu her yerde işler, anlatır. Eğitim-öğretim çevresinden coşkulu bağlaşıklar kazanır, bulur.
Böylesine yüreklendirici, duyarlı bir bağlaşıklıklar ortamından yükselen güçlü sesin, desteğin ışığıyla yazar; ana dilimiz “Türkçe”yle ilgili çalışmalarını, “Türkçe”nin kullanımıyla ilgili araştırmalarını yoğunlaştırır. Yapıtlarındaki sözcüklerle tümce yapılarının dokusunu, ana dilin kullanımına uygunluğu üzerine kurar. Onun kullandığı öz Türkçe, ana dilimize gösterdiği özen, duyarlılık; öğretmenlerle öğrencilerin dışındaki kesimlerce de gözlerin kendisine çevrilmesini neden olur. Yazar bu süreci coşkulu yığınsal kalabalıklarla taçlandırır. Alan çalışmasını büyütür, genişletir, konuyla ilgili değişik bölgelerde “Türkçe”nin kullanımıyla ilgili çalışmalar yapar. Gittiği her yerde övünçlü bir duyarlılıkla karşılanır. Aysaltuk V. Öntaş 2000-2004 yılları arasında sürdürdüğü söyleşiler süresince yüz binlerce katılımcının usuna belleğine “Türkçe” duyarlılığını yineler. Onları ana dillerine sahip çıkmaları konusunda uyarır, ana dilimiz Türkçemizin gerçek koruyucularının, yaşatıcılarının “kendi”leri olduğu konusunda uyarılarını sürdürür durmadan, yorulmadan
Yazarın savunduğu düşüncelerinin, düşlerinin köklerini, derinliklerini anlama, kavrama bakımından da bu yazıyı çok etkileyici buluyoruz;
“Her soylu oluşun, duruşun; ışığın önünde, tanıklığında oluştuğuna inanırdı babam. Güneş’e hiç sırtını dönmeyen, beyaz gülüşlü bir bozkır bilgesiydi. Dağarcığı, gönlü, güreli; dili, söylemi kekik, gelincik kokulu, dokulu bir “Kızılırmak”lıydı. Toprak üstünde “baba” gibi değil; “Ata” gibi dururdu hep. Kuşlar onun gibi konuşur, ağaçlar onun gibi yeşil yüklenirdi. Toprak ana onun gibi içlenir, göğüslenir; yel, su, bulut onun gövdesini taşırdı; o da Güneş’in..
Çocuk düşlerimin ortasında,
“Bulutlar neden Güneş’e yakın dururlar baba?” dediğimde; beyaz gülüşüyle; “Ay da yıldızlar da ona yakın durur. Kuşlar, bulutlar ona yakın uçarlar oğul! Toprak, su gözesi ona doğru akar; ağaçlar ona topurcuklanır, dağlar ona bakar çiçeklenir; yılanlar, çıyanlar ona kıvrımlanır, karanlık ondan ürker, ihanet onun olmadığı yerlerde büyür, yürür. Kar’a beyazı o verir Sarı Çiğdem’im!” derdi.
Ben de yaşıtlarım gibi Güneş’e yakın durmak için Yiğren dağının doruklarına çıkar; az ötemdeki Erciyes’e, Melendiz’e, Hırka’ya; çoğunlukla da Hasan dağına bakardım. Sırtımı babam gibi Güneş’e hiç dönmeyeceğime ant içerdim günbatımı yellerinin (rüzgarlarının) önünde. Sonra yönümü kuzeye döner, babamı her dönem alt üst eden Malya Ova’sını (çölü)’nü izlerdim her mevsim. Başımı yukarılara kaldırır, mavi boyunlu turnaların adımın ilk abecesini (harfini) göğün mavisine çizerek üstümden geçişlerini izler, sevinçle karşılardım. Göğsüm ilkyaz (bahar) toprakları gibi kabarır, kanatlanırdım yaz kuşları gibi.
Toprağın her oluşunda, uyanışında; flamingolarla ak göğüslü toylar, gri renkli çulluklar geçerdi Malya Ovası’nın güney ucundan Seyfe Gölü’ne, babamın yüzündeki gölgeleri derinleştirerek. Toprağın karnını yararak akan sularımızın kıyılarına duran kekliklerin, turaçların çığlıklarına düşerdi çocukluğum. Akreplere, çıyanlara öptürürdüm yaramı (!) Etlerimi sülüklere parçalattırırdım (!)..
Ak çizgili al bir atın üstünde, delice kuşlarının göğüs boşluklarından Malya Ovası’nın uçsuz bucaksız yeşilini gösterirdi babam.
“- Ay göğüslü, kar göğüslü Bozkır tayım; bak ovaya, bak ovaya!..
Öfkemin öcümün üstüne “Malya” oturmuştur. Çabuk büyüyesin ki kaldırasın onu gösümün üstünden oğul! Derdi…
…Torosların yükseltilerinden yaralı bereli Hasan Dağı’nı, Ihlara’yı geçerek toprağımıza yorgun düşen ilkyaz yağmurlarını ilk bilinçli gövdemde duyumsadığımda; 68 kuşağının anakarayı kucaklayan sarsıcı söylemlerinin çığılığıyla karşılaşmıştım. İçimdeki sesin Malya’dan beslendiğini ayrımsamıştım. Dede Korkut’un dili dilimde, Sarı Saltuk’un, Hacı Bektaş’ın, Yunus’un, Pir Sultan’ın eli gövdemde; Malya Ovası’nın göğe bakan yüzünde dizlerimin üstünde doğrulmuş, bilincimin üstündeki karanlık örtülerin sorumlularına baş kaldıranın bir “biz” olmadığımızı anlamıştım o gün.
18’lik gövdemle, Anadolu halkının 1240’lı yıllarda kendi ulus değerlerini, varoluşlarını, duruşlarını; başka ulusların (Acem-Arap) değerleriyle değiştirmeye kalkan Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhusrev ll’ye karşı başlattıkları kalkışmada (isyanda) sultanın Frenklerden oluşan ordusu karşısındaki Malya Çölü “yenil”gilerini kucaklamıştım. İçimdeki en son “köylü”yü, Malya Ovası’ndaki Sekiz Yüz Yıllık Ulus çığılığının yanına bırakmış, kucağımda mor gülüşlerin gölgesiyle “Kızılırmak”ı geçmiştim tüm öç duygumla!..
Sonraki günlerde yüreğimi, kendi kuşağımın ışıtmacılarının yüreklerinin yanına koydum. Düşlerini demir parmaklıkların dışında tutmayı başaranların gövdelerine doladım kollarımı. Soğuk demirlerin, kuşağımın bileklerine kenetlendiği ilk anı; ilk kurşunun kaypaklığını, dar ağaçlarında büyüyen beyaz gövdelerin mavi gölgelerini hiç hiç unutmadım.
Erken düşen gövdelerin ardılları olan ilkyaz sürgünlerinin seslerini öptüm dağlarda. Ak ışıltılı bozkır türkülerini kentlerin sessiz sokaklarındaki yalnız evlerin çatılarına taşıdım sonyaz güvercinleriyle. Varoşlardaki yoksul sofraların kıyısına tutunmuş ağıtların resimlerini çizdim dilimle, soğuk kış öfkelerine gömdüm ellerimi. Yazdım mevsimleri alkımların diriliğinde, çevrimlerinde. Aylı gecelerin çalınmış gülüşlerini topraklarına eken insanları fotoğrafladım belleğime, yüreğime…
Sürülmüş karacalara, yılkılarından erken alınmış atlara, taylara dar ağacı kuranlara ilenen (beddua eden) toprağı esenledim hep. Bozkırların ağılanmış seslerini yıkadım. Işıltılı kar günlerinin çiğnenmemiş ezgilerini soludum üstümüze örtülü gecelerde. Gövdemdeki, yüreğimdeki söylenmemiş türküleri söyledim. Seyfe Gölü’nden çığlık çığılığa kalkan mavi boyunlu turnaların, Malya Ovası’nın topraklarını gölgeleriyle yıkayışını kovaladım. Milyon yıllık özlemim bildim, kucakladım çakır dikenlerini yaz sıcaklarında. Dağ kevenlerinin üstüne oturttum çığılığımı; kapattırmadım, açık tuttum yaramı hep!.. Baba İshak’ın, beyaz gülüşlü babamın “Malya” türküsünü dilimden düşürmedim, unutmadım dumanların acının giysisi olduğunu.
Belleğimdeki, yüreğimdeki bu soylu söğüt ağaçlarının niye gölgesiz Güneş’e dönük durduklarını anımsatmak istedim bu türkülerle sizlere…
Türkülerimizi söylemeniz dileğiyle.
İlkyaz 2000 / aysaltuk v. öntaş.