Aysaltuk V. ÖNTA
ÖDÜL
KÜLTÜR SANAT EVİ
Bu yap›t›n her hakk› sakl›d›r, Tüm hakları yazarına aittir.
Yap›t›n metinleriyle resimleri yaz›l› izin olmadan, kaynak göstermeden
kullan›lmaz.
Tamam› ya da bir bölümü, her hangi bir yerde yay›nlanamaz,
ço¤alt›lamaz.
Yay›mc› : Aysaltuk ÖNTAŞ
Yayıncı Danışmanı: Muzaffer YALÇIN
Dizgi– Tasar›m : Ödül – Volkan ÖZTÜRK
Kapak : Ödül Tasar›m – Volkan ÖZTÜRK
Resimleme : Hüseyin Çalmak
Bask› Yılı : 2010
Matbaa : Sim Matbaacılık
Bulunak : Ödül Kültür Sanat Evi
: Ziyabey Cad. Nu.: 40/2 Balgat – Ankara
Baskı : Birinci Basım
Telefon : 0537 810 63 44
E. posta : [email protected]
ISBN : 978-605-4321-05-6
Pars
YAYINEV‹ SUNUSU
Kültür yay›nc›l›¤› bizim, uzunca bir süredir usumuzdaki bir taslakt›.
Okurumuzun kar›s›na bir “ilk” ürünle ç›k›p, düümüzü gerçekletirirken:
Okurla, bu alanda yaz›nsal üretim yapanlara da yay›n evi olarak
“ilkelerimizi, ilklerimizi” bildirmek, duyurmak;
Türkçemizin, çokça sorun yaad›¤› bir süreçte, yay›nevi olarak “Ana
Dil”imize kar› ötelenemez ilevlerimizin oldu¤unu an›msatmak istedik.
Tüm bu nedenlerle:
Türk dilinin kullan›m›n›n öznelleştirildiği bir dönemde, yap›t›n›
yay›nlayaca¤›m›z yazar›n da, dil konusunda “‹lkeleri, ilkleri” olan, dil
duyarl›l›¤›yla donat›lm› birisinin olmas›n› ye¤ledik do¤rusu.
Böylelikle, bundan sonra yay›nlayaca¤›m›z kültür kitaplar›yla ilgili de,
bu iin “mutfa¤›n”da olan:
“Ana Dil” duyarl›l›¤›yla üreten, yaz›n üretimi yapanlarla birlikte
çal›abilece¤imizin duyurusunu yapmak istedik.
Yap›tlar›nda, Türkçemizin gövde, ses, tümce yap›s›yla, onun bilge sözcüklerini,
okurunun da¤arc›¤›na sunan, yazar›m›z Aysaltuk V. Önta’›n da
yay›nevimiz gibi “ilke”leri, “ilk”leri olan biri oldu¤unu, – kendi okurlar›ndan
özür dileyerek– okuru olacaklara, onun yaz›nsal ölçütlerinin baz›lar›n›
belirtmek istedik.
Türk yaz›n›nda, Türkçeyi en iyi kullanan yazarlar›m›zdan biri olarak
bilinen yazar›m›z Aysaltuk V. Önta’›n;
*”Türkçe Anadilimiz” konulu, 4000 saati ak›n çeitli söyleiler düzenleyen
“ilk”lerden olmas›,
* Yap›tlar›n da, “ve, ama, eğer, hiç fakat, lakin…gibi” yabanc› ba¤laçlar
kullanmamas›, kimi eletirmenlere göre;
*”Son yüz y›l›m›z içinde (ve) ba¤lac› kullanmayan; N. Ataç’›n da içinde
bulundu¤u üç yazar›m›zdan biri” olarak nitelendirilmesi,
* Türk e¤itim yay›nc›l›¤›na önemli katk›lar› olan yazar›n, bu alanda
nitelikli yap›tlar üreterek, milyonlarca ö¤rencinin usunda, kal›c› bir yer
edinmi olmas›,
*Yaz›n›m›za (edebiyat›m›za), seçki niteliğinde onlarca (masal, öykü, iir,
roman, deneme, arat›rma) yap›tla kat›lmas›, katk› sunmas›,
*”Türk Dili”yle ilgili çeitli çal›malar›, arat›rmalar›yla yaz›n›m›za
yeni bir soluk getirmesi,
* Yazar›m›z›n kendine özgü bir biçeminin (uslubunun) olmas›.
* Yap›tlar›nda, yaz›n›n (edebiyat›n) en zor anlat›m biçemi olan,
“sanat”sal anlat›m› yeğlemiş, seçmi olmas›,
*Yap›tlar›, biçem, biçim, içerik olarak incelendi¤inde, onun ne denli
ayr›ml›, dil; “dil” kullan›m›nda da duyarl› oldu¤unu, okur ayr›msayacakt›r.
“Türk Dili”ne katk› sunmu, sunacak ›ıtmac›lar› esenliyoruz.
Pars
SUNU
Her dil, kendini yaratan, oluturan insan topluluklar›n›n binlerce y›l
süren u¤ralar›n›n bir ürünüdür. Bu nedenle, diller kendilerinin yarat›c›s›
olan toplumlara özgüdür. Dil k›y›c›l›¤› yapanlar, yaad›klar› tarihsel sürecin
kültür eksilmesinin özde¤i olduklar›n› bilmelidirler.
Diller, kendisinin yarat›c›s› olan toplumlar›n ellerinden al›nmamal›d›r.
Tersine, o dilin, kendisini yaratan toplumlarca kullan›lmas›n›n koullar›
yarat›lmal›d›r.
Her toplum gibi Türkler de, üzerinde yaad›¤›m›z yeryuvar›n›n önemli
bir gerçe¤idir. Bu nedenle, binlerce y›ll›k kutlu bir dil gelene¤i olan ulusumuzun,
söz varl›¤›n›n giderek bozulma sürecine girmesi düündürücüdür!
Yaz›nsal üretim yapanlarla, ayd›nlar›n ilgisizliklerine bir de duyars›
zl›klar› eklenince, bugün e¤itim yap›tlar› bata olmak üzere, yaz›nsal
(edebiyat) yap›tlar›m›z, adlar›m›zla kent sokaklar›m›z yabanc› sözcüklerin
ak›n›na u¤ram›t›r..
Ancak, kimi yaz›nc›lar›m›zla ayd›nlar›m›z: dilimizde kar›l›klar› var,
kullan›l›r olmas›na kar›n; Türkçe sözcüklerin yerine yabanc› kar›l›klar›n›
kullanmay› sürdürmektedirler.
Türkçe sözcük kullanma duyarl›l›klar›, tasalar› (kayg›lar›) olmayanlar›n
yabanc› sözcük kullanma al›kanl›klar›: ana dilimizin yaz›n (masal, öykü,
iir, roman), bilim, kültür dili olmas›n› tart››r konuma getirmitir…
Türkçemizin ne denli bir çekinceyle (tehlikeyle) kar› kar›ya b›rak›ld›¤›na,
bozuma u¤rad›¤›na tan›kl›k etmesi dile¤iyle, öyküyü okumaya balamadan,
“Ne kadar Türkçe konuuyorsunuz!” bal›kl› bir “tan›lama” bölümüyle
“Öyküdeki Türkçe Sözcüklerin Yabanc› Kar›l›klar›” bölümü bir
örneklem olmas› için yap›t›n ba sayfas›nda verilmiş; öykülerin bitiminde
de “Ölçme – De¤erlendirme” başlığıyla öykü çözümlenmitir.
Çocuklar›m›z›n kutlu bir gelece¤e yönlendirilmesinde büyük çabalar›yla
katk›lar› olan ö¤retmenlerimizle, yetikinlerin; bu sözcüklerin yeniden
kullan›m›n› sa¤lamadaki duyarl›l›klar›na bir katk›m olsun istedim.
Ana dilimizin yaamas›, Türkçemizin bizden sonraki kuaklara kirletilmeden
b›rak›lmas› için, bilinçsizce da¤arc›¤›m›za yükledi¤imiz yabanc› bir
sözcü¤ün yerine, TDK sözlüklerinde kar›l›¤› olan Türkçesini kullanal›m.
Unutmay›n›z, salt (yaln›z) toprak yurt, vatan de¤ildir toplumlara. ‹nsan›n
gerçek yurdu kendi ana dilidir. Diliniz, gitti¤iniz her yerde sizinledir. O
sizin gerçek yurdunuz, “vatan”›n›zd›r!..
Tarih, kendi dili için varolmayanlar›n, birilerinin dillerinin yaat›c›s›
durumuna dütüklerine çok tan›k olmutur.
Bu nedenle gelecekteki yeryuvar› düzeninde yer alacak uluslar, dilini
yitiren (kaybeden) toplumlar›n Günelerinin bir daha do¤mayaca¤›n› ışımayacağını
bildiklerinden, dillerine, kültürlerine s›¤›n›rlar, onu taçland›rarak
korurlar, kollarlar!…
Da¤arc›¤›m›zda bulunan her bir yabanc› sözcü¤ün yerine Türkçe
kar›l›klar›n› koyman›z dile¤iyle..
Aysaltuk V. Önta
Pars
Ne Kadar Türkçe Konuuyoruz?
1. Usunuza (akl›n›za) gelen ilk on sözcü¤ü aa¤›ya
yaz›n›z.
Türk Dil Kurumu’nun sözlü¤ünden yararlanarak,
yazd›¤›n›z bu sözcüklerin hangi dillerden dilimize geçtiğini
belirleyiniz.
Yazd›¤›n›z bu on sözcükten kaç›n›n “Türkçe” oldu¤unu
aa¤›daki örnekte oldu¤u gibi saptay›n›z
Sözcük Sözcük kökü Türkçe kar›l›ğ›
Örn: faks Fr.(Frans›zca) belgeç
1. …………….. …………………….. ……………………….
2. …………….. …………………….. ……………………….
3. …………….. …………………….. ……………………….
4. …………….. …………………….. ……………………….
5. …………….. …………………….. ……………………….
6. …………….. …………………….. ……………………….
7……………… …………………….. ……………………….
8. …………….. …………………….. ……………………….
9. …………….. …………………….. ……………………….
10. …………… …………………….. ……………………….
2. Yazd›¤›n›z sözcükleri köklerine göre s›n›flandırarak
aa¤›daki yerlerine yaz›n›z
a. Türkçe ( ) b. Frans›zca ( ) c. ‹ngilizce ( )
d. Arapça ( ) e. …………….. ( ) f. ………….. ( )
g. …………..( ) h. …………….. ( ) ›. ………….. ( )
3. Yazd›ğ›n›z on sözcü¤e göre Türkçe konuma
oran›n›z› saptay›n›z.
(Bu çal›may› evinizde ailenizle, okulunuzda arkadaşlarınızla
uygun bir süre içinde birlikte yap›n›z.)
Pars
Türkçe Yabanc›
sözcükler kar›l›klar›
a– b– c– ç– d
aevi lokanta
ayr›ml› farkl›
aymaz gaflet
algıladım idrak ettim
albenili muhteşem
bulanak adres
balk›ma parlaklık
belirtge simge
coşku heyecan
çekince tehlike
duyumsama hissetme
denli kadar
dokunca zarar
dingin sakin
erinç rahat, huzur
esenleme selamlama
esenlik selamet, afiyet
g – › – i
gezilik piknik
gövde beden
gizemli esrarlı
giysi elbise
gereksinim ihtiyaç
iye sahip
im iaret
işlev görev
ivedi acele
ilginç enteresan
imge hayal
k
kutlu ansl›
lastik sıkacı bijon anahtarı
kutsuz şanssız
kuşkucu vesveseci
m – n – o – ö
n’olur lütfen
öngününde arifesinde
öykü hikaye
öneri tavsiye
s – – t – u
salt yaln›zca
san ün
sonyaz sonbahar
saylav millet vekili
sağın doktor
sa¤ ol teekkür
tasa endie
tutum tasarruf
uyarı ikaz
us akıl
tanık şahit
tat keyif
uzgöreç televizyon
y – v – y – z
yabanıl vahşi
yaam hayat
yanıt cevap
yaz›nsal edebiyat
yazgı kader
ye¤in iddet
yel rüzgar
yitirmiş kayıp etmiş
yontu heykel
yönelteç direksiyon
yineleme tekrar
yerleke mahalle
varsıl zengin
yararcı faydacı
Öyküdeki Türkçe sözcüklerin yabanc› kar›l›klar› dayanca (metin)larda
ayraç içinde verilmitir
Pars
O sabah gün ışımamıştı daha. Uyandığımda, gece
yatmadan önce kucağıma aldığım gezilik (piknik) sevincini(!)
bıraktığım yerde bulmanın coşkusuyla (heyecanıyla)
yatağımdan fırladım, kalktım.
Kız kardeşim Kayan yatağında mışıl mışıl uyuyordu.
Annemle babam erinçli (huzurlu) bir ilkyaz serinliği
içinde evimizin aşevinde (mutfağında), geziliğe
(pikniğe) gidecek yiyeceklerle, içeceklerimizi taşıma
kaplarına yerleştiriyorlardı.
Her ikisi de, benimle kardeşimin bir süre daha uyumamız,
yataktan az geç kalkmamız için fısıltıyla konuşuyorlardı.
Oturdum, bir süre onları, annemle babamı
izledim.
Kendimi çok kutlu (şanslı) duyumsadım (hissettim).
Bizi seven, böylesine duyarlı bir anneyle babaya iyeydik
(sahip)dik. Bu nedenle, iyi duygularımı kendimce
seslere, sözlere dönüştürdüm içimden!..
Pars
Pars
Uyandığımı ilk, babam ayrımsadı. Sevgi dolu bir
tınıyla;
– Bak, bak annesi, evin büyük erkeği uyanmış da,
duyumsatmadan (hissettirmeden) bizi izliyor! Diyerek
bana doğru yöneldi. Sevincim, erincim (huzurum) küçücük
yüreğime sığmıyor, göğüsümün çatılarını yırtacak
denli (kadar) yüreğimin çarpmasına neden oluyordu..
Babamın güçlü kollarıyla, incecik gövdemi (bedenimi)
sarmasına; onunki gibi büyümeye aday küçük
kollarımı yine onun boynuna dolayarak yanıt (cevap)
verdim.
– Günaydın babacığım, anneciğim! Dedim. Annem
önemli bir iş yapıyor olmalıydı. Sırtı bana dönüktü,
yüzünü bana dönmeden;
– Bu gece uyumadın Kurağan, ayrımsamadım (fark
etmedim) sanma. Bir ara odandaki bilgisayardan
“Eymir” gölüyle ilgili ağ (Veb) sayfasında dolaştığını
gördüm, dedi. Ben şaşkınlıkla;
Nereden gördün anneciğim, odamın kapısı kapalıydı,
açılmadı ki! Dedim.
Babam gülümsedi, öptü beni, sonra bilgiç bir yüz
imiyle (işaretiyle);
10 Pars
– Annenin bilgisayar öğretmeni olduğunu unutmuş
görünüyorsun. Üstelik, senin odandaki bilgisayarın,
annenin çalışma odasındaki ana bilgisayar donanımına
bağlı olduğunu biliyor olmalısın.
Babam doğru söylüyordu, bunu ben de biliyordum.
Ancak, yeterince önemsememiş olmalıyım ki, evimizde
kurulu bilgisayarların birbirlerine bağlı olduğu
usumdan (aklımdan) uçup gitmişti.
Bir süre sonra ben de onların gezi hazırlıklarına
katıldım . Gezilik (piknik) sırasında gün boyu bize gerekli
olabilecek her bir şeyi hazırladık.
Babamın bir kaç gün önceden bakımını yaptırdığı
arabamıza özenle yerleştirdik. Ben, kardeşimle annem
güven içinde aracımıza bindik, yerleştik..
Babam, bir kaç gün önceden aracın bakımını yaptırmış
olmasına karşın, yağını denetlemek için uğraşıyordu.
Annem;
– Karça, sabah sabah yine şu sanlı (ünlü), gizemli
önlemliliğini bir kez daha göstermek, sergilemek durumunda
mısın! Daha bir kaç gün önce aracın tüm
bakımını yaptırmadın mı sen?
Diyerek onun kuşkuculuğunu sorguladı. Babam
dingin (sakin) bir sesle;
Pars 11
– Balkın, çok yinelemeyi (tekrarı) sevmiyorum. Sen
yine geçmişe gömülü kaldığımı düşüneceksin, söyleyeceksin.
Unutmuş görünüyorsun sen, n’olur (lütfen) bir kez
daha anımsamanda (hatırlamanda) yarar olduğunu
düşünüyorum.
Yine böyle bir sürecin öngününde (arifesinde) araç
bakımından çıkmış, seninle eve dönüyorduk. Tandoğan
Üst Geçidinin altına girmeden aracımızın dört
tekerine neler olduğuna anımsıyor musun?
– Yapma Karçe, nasıl anımsamam o günü! Tekerlerin
tutucularının (vidalarının) yerlerine takılıp da
sıkıştırıcıyla (bijon anahtarıyla) yeterince yerlerine
tutturulmadıklarından, sıkıştırılmadıklarından aracımız
savrulmuş, “kaza” yapmaktan son anda kurtulmuştuk!
O günü nasıl unuturum!..
– Unutmamış olduğuna sevindim doğrusu. O olay
benim için çok önemli bir uyarı (ikaz) oldu. Bir daha
böyle bir aymazlığa (gaflete) izin vermek istemiyorum.
Aracın dört lastiğini takıp da tutucularını sıkıştırmayı
unutacak denli (kadar) “duyar”sızlık içinde olan birilerine
nasıl güvenirim bir daha! O olay benim için,
çok önemli bir ‘deney’im oldu! Günlerce etkisinden
kurtulamamıştım Balkın!
12 Pars
– Karçe, şunu usuna (aklına) yerleştirsen iyi olur.
Yaşadığımız o kutsuz (şansız) olay çok gerilerde kaldı.
Ancak bu olay sende takıntıya dönüştü, ayrımında
(farkında) değilsin…
– Böyle düşündüğüne inanamıyorum doğrusu! Bu
çok ağır bir eksiklik, suçlama değil mi sence?
– Üzgünüm Karçe, söylediğim anlamdaki tepkilerin
son dönemlerde giderek yoğunlaştı sende! Bu tepkilerin
beni düşündürmüyor değil!
– Seni tasalandırıyorum (endişelendiriyorum) öyle
mi Balkın?
– Üzgünüm, beni böyle düşüncelere senin bu saplantıların,
önyargıların itiyor, neden oluyor.
– Seni böyle olumsuz düşünceler ittiğim için üzgünüm!
Bu konuda daha özenli olduğumu düşünüyordum
ben.
– Demek ki değilmişsin!
– Balkın, bağışla (affet) beni, benim halâ bir arabam
var! Ben bu aracın bakımını düzenli aralıklarla
yaptırmak zorundayım. Ne acıdır ki o “tamirhane”
denilen yerlerde araçların bakımını yine çocuklara
yaptırmayı sürdürüyor ustaları, bakımevlerinin iyeleri
(sahipleri)!
Pars 13
– Karçe, o küçücük çocukların ne suçu var şimdi.
Okullarında olmaları gereken dokuz– on yaşlarındaki
çocuklara böylesi ağır sorumluluk verenleri yargılamak
gerekmez mi sence?
– Yapma Balkın, neden her söylediğimi olumsuzluyorsun
sen! O küçücük çocukları yargılayan kim! Asıl
sorumlu olanların,“Sanat– meslek” öğrensinler diye
onları okuldan alıp da, oralara gönderen ailelerinin
sorumlu olduğunu bilmiyormuyum sanıyorsun sen!.
– Salt (yalnızca) o çocukların anne– babaları mı
sorumlu bu işte sence Karçe? O küçücük yavrucakların
soğuk karlı sabahlarında, akşamlarında, çalışma
saatleri belli olmadan “köle” gibi nasıl itile– kakıla
çalıştıklarına tanık (şahit) olan bizlerin bu işte bir sorumluluğu
yok mu dersin?
– Nasıl “sorumlu” değiliz, deriz! Kendi çocuklarımızın
uykuları bölünmesin, az daha uyusunlar diye
her tasa (kaygı) taşıdığımda; onlar usuma (aklıma)
gelmiyorlar mı sanıyorsun sen?
Canımın yarısını, soğuk kış günlerinin ayazında,
soğuktan üşümüş küçücük ellerinin, gövdelerinin yanında
bırakmadığımı mı sanıyorsun!
14 Pars
Pars 15
– Senin canın değerlidir Karçe, öyle olmasa başkalarının
yaptığı işleri sürekli denetleme gibi bir alışkanlık
edinmezdin, diye karşı çıkışların süreceğini bildiğimden,
araya girdim;
– Anneciğim, babacığım, bugün hafta sonu; hep
birlikte dinleneceğimizi sanıyordum. Tartışmanız bu
şekilde sürecekse, sürdürmeye kararlıysanız, ben geziye
gitmek istemiyorum.
İsterseniz araçtan inelim de bir an önce şu”araç–
bakım” konusu kapansın, ne dersiniz? Dedim. Bu tümceyi
daha önce kurmamış olduğuma üzüldüm.
Her ikisi de aralarındaki bu itici tartışmayı kapatmak
durumunda kaldılar. Küçük kardeşim kayan’la
yan yana oturuyorduk.
İkimizin de güvenlik kemerlerimizi taktım, kilitledim.
Şimdilik ikimizde güvenli sayılırdık. Babam araca
bindiğinde başını bizden yana döndürdü, çevirdi;
– Sağ ol (teşekküler) Karağan! Kemerlerinizi takmışsın,
kardeşininkini de..
Çok duyarlısın, senin bu önlemliliğin bana hep
güven duygusu veriyor. Sen varken, yanımdayken
kendimi eksikli duyumsamıyorum (hissetmiyorum)!.
Tam tersine tamlanmışım gibi iyi duyumsatıyor senin
varlığın beni, dedi. Gülümsedim, annem sabah sabah
16 Pars
babamla ilgili eleştirisini az “abart”mıştı. Babam annemin
söylediği gibi öyle kuşkucu (vesveseci) biri değildi.
Annemin babamla ilgili kurduğu tümcelerin çözümlemesi,
dili; babamın gerçekten “güven” sorununun
olduğu üstüneydi.
Oysa annemin babama göre çok soğukkanlı olduğu
söylenemezdi. İşin ilginç (enteresan) yanı, annemin
babamla ilgili söyledikleri, kendini tanımlayan,
anlatan tümcelerdi.
Kimbilir belki de “o” ayrımına varmadan babamın
kişiliğinde kendisini eleştirerek bir tanımlama yapıyordu.
Doğrusu babam da bunun böyle olduğunu biliyordu;
ancak konunun uzamasını, günün daha başlamadan
tatsızlaşmasını susarak önlemişti.
İşte benim babam böyle anlayışlı, duyarlı bir babaydı.
Buna annemin başka birikimlerini, yeteneklerini
de katınca; bizim ailenin birikimleri “öykü”leşerek,
büyürdü…
Her şeye karşın annem de babam da çok duyarlı
insanlardı. Bu nedenle çevrelerinden her ikisi de
“özen”li kişilikleriyle saygı görürlerdi.
Yine her ikisi de yaşadıkları toplumun en “duyar”lı
olması gereken ışıtmacılarındandılar. Bu özellikleri
nedeniyle de her konuya ilgi duyuyorlardı.
Pars 17
İlköğretimin zorunlu olmasına karşın yaşıtım çocukların
okula gönderilmeyerek onların yazgılarıyla
(kaderleriyle), gelecekleriyle oynanmış olunmasını içlerine
sindiremiyorlardı.
Bunu nereden mi biliyorum! Biliyorum, sınıfta öğretmenimiz
de sık sık bu konu üstünde durur. Böyle
durumda olan yaşıtlarımız, komşularımız varsa, okulla
işbirliği yapmamızı isterdi hep.
Okulların açılmasına yakın öğretmenimin, okula
gönderilmeyen çocukların aileleriyle evlerine, işyerlerine
giderek görüştüğüne kaç kez tanık oldum.
Bizim sokakta okula gönderilmeyen yaşıtlarımın
evlerini, bulanaklarını (adreslerini) gösterdiğim çok
oldu!
Öğretmenimin de annemle babam gibi, çocukların
aileleri tarafından okullarına gönderilmemeleri konusunda
çok duyarlı olduğunu biliyorum işte.
Ben bu konuyla ilgili düşünceler içindeyken, aracımızla
yola çıktığımızın ayrımına varmamışım. Doğrusu
bu konunun her açılışında yüreğimin acıdığını
duyumsarım.
Bunun nedeni de bu konumda olan bir arkadaşımın
olmasıdır. Geçen yıl çeşitli ailevi sorunlar yaşayan
yan komşumuzun oğlu, arkadaşım Burak, bu nedenle
okula gönderilmedi.
18 Pars
Babamla annem, öğretmenim o kadar çok uğraştılar,
yardımcı olmaya çalıştılar Burak’a! Onun annesinin
gönlünü yapamadılar.
Kadın, arkadaşımı okula göndermemekte o denli
diretti ki, bu yüzden “ceza” bile aldı. Aldığı bu”ceza”
onu daha da katılaştırdı. Burak’ın işini kördüğüme
çevirdi doğrusu.
Aracımız bir süre sonra Konya yolundan Or– An
sitesine döndü.
Aracımızın açık camından sabahın serinliği içeriye
doluyor, gövdemize ipildeyerek dokunuyordu.
Güneş şimdi tam karşımızdaydı. Elma dağı’nın
üzerinden yeni yükseliyordu.
Onu bu konumuyla çok gülünç buldum.
Neden diye sormayın, bana öyle geldi işte! Niye
mi?
Niyesi var mı, yatağına kaçırmış çocukların yataklarından
kalkarlarken eziklikleri gibi ezik duruyordu
Elmadağ’ının yükseltilerinin üstünde, üstelik yüzü de
kızarmıştı.
Bu düşüncemi, kurmacamı kardeşime anlattım. Ona
söylediklerimi annemle babam da duydu. Hep birlikte
gülüştük. Oda bana
Pars 19
– Saçmalama ağabi Güneş yatağını ıslatsaydı (!) ,
Elmadağ, onu ödüllendirir, elleriyle yavaş yavaş gök
yüzüne kaldırırır mıydı, dedi.
Onun bu söylemi hepimizi ağız dolusu güldürdü..
Yol kıyısındaki yaban otları, ayrık, kesik görüntülere
bürünmüşlerdi.
Yeşil otsu giysilerinin (elbiselerinin) içinde ayrımlı
taçlarıyla renklere ayrışanları çok azdı. Balkılı (parlak)
çiçekleri olanları, yanlarından geçip giderken
bize boyunlarını büker gibi algıladım (idrak ettim)
onları.
Oysa ben yanlarından geçip giderken her birini
esenlemeden (selamlamadan) geçmiyordum!
İlk yazı (ilk baharı) geride bırakanlarının bir çoğu
yapraklarını yitirmiş, yol kıyısında eksikli duruyorlardı.
Saplarının, gövdelerinin kalanlarının üstüne sarı
renkli giysiler giyenleri de argın (yorgun) düşmüş
yoksul yolculara benzemişlerdi!..
Görülebilen her yerde, geçip giden ağustosun izleri
görülüyordu. Yaz başı yaban otlarının kalan sapları,
toprağın karnına çakılı varsıl (zengin) çiftliklerinin çit
kazıkları gibi yabanıl (vahşi), aykırı duruyordu, görünüyordu
sıcak toprak kızıllıklarının üstünde…
20 Pars
Ağustos sıcaklarında, yapraksı, otsu ellerini yitirmiş
(kaybetmiş)lerinin özsusuz gövdeleri sonyaz (güz)
yellerine, serinliklerine direniyordu.
Son yaz (sonbahar), her mevsimde olduğu gibi yine
önceki eylül sarılıklarına yeniden dönmüştü.
Ağaçlarını giderek sayı sayı bırakıp, onların çıplaklığının
nedeni olan yapraklar, sarı gülüşleriyle
köşe bucak uçuşup, oynaşıyorlardı.
Yaz ağaçları, üzünç içinde bırakılmış, kendi yazgılarına,
yalnızlıklarına yürüyorlardı. Kuşların, yavrularını
büyütüp yuvalarından uçurmalarının üzerinden
aylar geçmişti.
Şimdi sesleri, eylül türkülerinin üzünçlü ortamlarında
daha da çoğalmıştı. Her yere, son yazın gizemli
(esrarlı) serinliği çökmüştü.
Artık kuşlar, serin son yaz gecelerinin çiyleriyle sabahlıyorlardı,
uyanıyorlardı yuvalarında, saçak altlarında…
Göç kuşları, tüylerini, kanatlarını göç yollarına,
koşullarına uygun konuma getiriyor, güneyin
sıcak güneşli günlerinin düşleriyle yatıp, kalkıyorlardı
üşüyenleri…
Günün görünür saatlerinde mevsimin ilk göçmen
kuşlarını, kentin gökyüzünde yönleri güneye dönük
kanat çırptıklarına bir haftadır tanık oluyor, sevinçle
gökyüzünü izliyorduk.
Pars 21
Son yaz otsuları ile yaban çiçekleri, balkıyan (parlayan)
taçlarını güneşe tutarak uyanıyorlar, çarpıcı
ışık oyunlarıyla göz alıyorlardı. Kelebeklerin de son
yaza kalanları vardı. Onlardan bazıları, kanatlarındaki
sarılıklarıyla ince çam yapraklarının üstünde
dolaşıyorlardı. Doğanın gizemli renklerinin tümünün
kendilerinde olduğunu sananları(!)yla, öyle düşündüğü
varsayılanlarının bazılarının, abartılı övünçlülük
duygusuyla önlemsizlikleri sonucunda kanatlarının;
sedir ağaçlarının kıskanç iğne yapraklarınca yırtıldıklarına
üzünçle tanık olanları da yok değildi!. Kelebeklerin
daha önlemli, denetimli olanları da göl
sularının ipildeyen dalgalarının üstünde uçuyorlardı
gün boyu!.. Yolun her iki yanındaki çamlarla sedirler
yolculuk sonrası yorgun düşen yaşlı dağ, doğa yürüyüşçülerinin
sıralı yontularını (heykellerini) andırıyordu.
Taş, toprak kuzeyine konumlanmış yosunlar, soğuk
kış gecelerinde parmaklarını çürütmüş eski Babil savaşçıları
gibi, düşmanlarına karşı savundukları kentlerin,
kalelerinin duvarlarına yapışmış gibiydiler.
Or– an ormanlarındaki iğne yapraklı ağaçların
yeşil tutkunu yaprakları, dev bir “mıknatıs”ın çekim
alanına girmiş milyonlarca minik toplu iğne görünümünü
almışlardı.
22 Pars
Bulutlarla öpüşen asfalt yol, ormanı boylu boyunca
karnından yarmış gri bir ip gibi upuzun yere yapışmış,
güneşi esenliyordu.
Bu güzel, eşsiz son yaz sabahında, coşkulu bir yürekle,
insanın sevdikleriyle birlikte olması doğrusu
büyük bir tatdı (keyifdi)
Kocaman bir teneke kutu benzeri bir araç içinde
yeni günü esenlemenin (selamlamanın) erincini (huzurunu)
taşıyordum gövdemde.
Doğrusu bu ayrıcalıklı duyguyu kardeşimle bana
yaşattıkları için anneme de babama da çok şey borçlu
olduğumu duyumsadım..
Ormanlık alan bitmeden, yolun kıyısına bırakılmış
onlarca arabalar gördük. Biz de arabamızı onlar gibi
yolun kıyısında uygun bir yere çektik, durdurduk.
Or– an yerleşkelerine, yapılarına yaklaştıkça yolun
yayalar için yapılmış bölümünün giderek her yaştan
insanla dolduğunu, kalabalıklaştığını ayrımsadık.
Bu sayısal değerleri aşmış her yaştan insan topluluğu,
bir yanlarına çamın, sedirin yeşilini; diğer yanlarına
da sonyaz serinliğini almış ayrımlı gövde devinimleri
(hareketleri), çalışmaları içinde yürüyorlardı.
Bilinen bütün renkler üstlerindeydi.
Giysilerini ağırlıklarına, boylarına göre, yürüdükleri
yol boyunca yel yel savuruyorlardı. Daha küçük
Pars 23
olanlarından kimilerinin küçük, renkli uçurtmalarını
havada, peşlerinde koşturuyorlardı. Kardeşim onları
görünce, ağlamaklı;
– Ağabi!
– N’oldu Kayan, ne var yine?
– Neden benim uçurtmam yok, diye tutturdu. Babam
gülümseyerek az sonra ben de sana uçurtma yapabilirim.
Önce, kendimize bir yer seçmemiz gerekiyor,
dedi. Yanımızdan, yakınımızdan geçenlerin albenili
yürüyüş (spor) ayakkabıları gözüme takıldı.
Kimileri oldukça pahalı ayakkabılar giyinmişlerdi.
Bu pahalı ayakkabıları onları, bir yerden başka bir
yerlere taşıyarak işlevlerini (görevlerini) artımlı, eksiksiz
yapıyorlardı.
Kimileri, yürümeye koşmaya yeni başladıkları için
gövdelerini ısıtmak için deviniyor, alıştırma (antreman)
yapıyorlardı.
Bu ön çalışmalarının ardından kimileri yürüyor,
kimileri de koşuyorlardı. Aralarında, uzgöreçlerden
(televizyonlardan) tanıdıklarım da vardı. Bunların
büyük bir bölümü, ya sanatçı ya da saylavlardı (milletvekilleriydi).
İçlerinden kimileri de albenili (gösterişli)
giysilerinin (elbiselerinin) içinde aykırı duruyor,
görünüyorlardı.
24 Pars
Pars 25
Karınlarını, göbeklerini gülmece oyuncuları (palyaçolar)
gibi şişirenleri de vardı. Bu konumda olanları,
yuvarlak göbeklerinin az gerisinde duruyorlardı,
görünüyorlardı.
Daha çok bulundukları konumlarını çevrelerindekilere
karşı kullandıklarını söylemek de “aşırı”lık
olarak algılanmamalıydı.
Yürürlerken ya da koşarlarken, kendilerinden önce
göbekleri yürüyor, koşuyor göbeklerinin“yağ”lı bölümleri,
bu durumlarına titreyerek, ipildeyerek gülüyordu.
Doğrusunu isterseniz bu “hal”leriyle çok gülünç
görünüyorlardı. Her birini ayırt etmeden, hepsini
övünçlü bulduğumu söylemeliyim.
Neden mi; Kentin insanları uyurken, yataklarından
kalkmamışlarken daha, onlar bu saatte sabahın serinliği
kucaklarında yürüyor, koşuyorlardı. Bu da az bir
şey değildi..
Babam, Ankara’nın değişik semtlerinden her yaştaki
insanların, her gün bu saatte buraya gelip, esenlik
çalışması (spor) yaptıklarını söyledi. Babam da her
sabah buraya aracıyla geliyor, koşuyordu.
Çeşitli yaştaki çocuklar, ayrımlı renkteki, biçimdeki
bisikletlerinin üstünde coşkuyla yanımızdan kurşun
26 Pars
gibi geçip gittiler. Kardeşim, onlardan çok, onların
bindikleri araçlarını peşinden baktı bir süre.
Ormandan içeri girdik. Birkaç metre yürüdük. Bu
sırada, ağaçların arasından siyah renkli bir köpek
çıktı. Yanında, biri kendi renginde, diğeri siyah üstüne,
beyaz serpiriştirilmiş iki yavrusu vardı.
Yavrular, iki üç aylık kadardılar. Karınları minicik
gövdelerinden iyice aşağı sarkmıştı. Çok bakımlıydılar.
Karınları öylesine doymuş olmalıydı ki, güçlükle
yürüyorlardı. Yürürken, yere koşut olması gereken
gövdeleri, gülünç kıvrımlarla eğrilmişti.
Her ikisine de değil dokunmak, onlara bakmak bile
büyük bir eğlenceydi. Yabanıl değillerdi. Çoğunlukla,
bizi daha önceden tanıyor gibi davranıyorlardı.
Yavrular, çok sevimli görünüyorlardı. Ancak anneleri,
daha bir önlemli, koruyucu görünüyordu. Köpekle
yavruları, bize doğru yöneldiler.
Anneleri, kuyruğuyla, aşağı doğru sarkmış süt şişiği
memelerini sallayarak bize doğru koşuyordu. Küçük
yavruları da annelerine öykünmüşlerdi.
Minicik kuyrukları, kuyruktan çok; yel büküğü küçük
eğri bir çöpü andırıyordu.
Pars 27
Anne köpeğin bize doğru seğirtmesinden, kardeşimle
ben irkildik biraz.
Çekinceli (tehlikeli) olabileceğini düşündük her
ikimiz de, bu nedenle geride kaldık. Babam, birkaç
metre önümüzden yürüyordu.
Anne köpek, kuyruğunu sallayarak babamın yanına
gelince üstüne atladı. Ön ayaklarını babamın omuzlarına
koydu, salta (dik) durdu.
Kocaman pembe diliyle babamı yüzünden, saçlarından
yalamaya başladı..
Babam, boş bulunmaktan çok köpeğin ani sevgi
gösterisi karşısında şaşırmıştı. Başnı, gövdesini yarı
hoşnutsuz geriye doğru çekti, sıkıntılıydı, söylendi;
– Pars, dur yapma, böyle yapmandan “hoş”lanmadığını
daha önce de söylemiştim, dur, dur! Dedi.
Babamın bu uyarısı üzerine adını babamın söyleminden
“Pars” olduğunu öğrendiğim siyah köpek kendini
geriye çekti.
Kuyruğunu sallayarak babamı izledi, kıçını toprağa,
yere koyarak oturdu. Onun oturmasını bekliyorlarmış
gibi her iki yavrusu da, ivedilikle annelerinin
göğüs bölümüne yöneldiler.
Sevimli, oynak eylemlerle annelerinin memelerine
yapışıp emmeye, çekiştirmeye başladılar. Annem sevinçle;
28 Pars
– İnanamıyorum, şunların güzelliklerine bakar mısınız,
çok da acıkmış olmalılar, dedi. Babam da;
– Anneleri bu saate dek onları kesinlikle aç bırakmaz.
Bu iki açıkgöz, olağanın dışında annelerini sıkıştırıyorlar
bence.
Annelerinin, bizim yanımızda onların bu isteklerine
olumsuz yanıt vermeyeceğini düşünmüş olmalılar, bunun
ikisi de yararcı (faydacı), dedi. Sonra o da siyah
köpeği sevdi. Bizi ona göstererek:
– Bak Pars, bunlar benim ailem. Bu eşim Balkın, bu
oğlum Kurağan, bu da kızım Kayan dedi. Köpek, bize
baktı sonra havladı. Babam gülerek:
– Kutlarım seni anladın Pars! Diyerek bize döndü:
– Çocuklar, korkulacak bir şey yok! Bu Pars, bunlar
da yavruları!… Pars’la yavruları, bu ormanın kuyruklu
belirtgelerindendir (simgelerindendir).
Bu ormanda yol, iz, yitirenlerle, güç durumda kalanlara
yardımcı olurlar. Pars, uzun bir süredir bu
ormanda yaşıyor. Birkaç ay önce de, bu sevimli yaratıkları
doğurdu. Çok şekerler değil mi? dedi.
Babam Pars’ı okşarken, küçük yavrulardan biri
yola doğru hızla koşmaya başladı. Babam peşinden
koştu:
Pars 29
– Dur! Sakın yola çıkma! Arabalar…
Babam, tümcesini tamamlayamamıştı. Acı bir “fren”
sesiyle irkildik. Ardından, kesintisiz, ürperti veren bir
“çenileme” sesi duyuldu. Hepimiz yola koştuk.
Pars, bizden önce oraya varmıştı bile. Siyah üstünde
ak bezeli olan küçük yavru yolda, “asfalt”ın üstünde
acı içinde çırpınıyor, çeniliyordu durmadan.
Hepimiz şaşkındık, yoldan geçen araçlar duruyor,
yürüyenler, koşanlar bizim bulunduğumuz yöne
akın akın geliyorlardı.
Pars iniltili seslerle acılar içindeki yavrusunun
boyun bölümündeki kalın derileri dişlerini kullanarak
ağzına aldı.
İvedilikle (aceleyle) onu, yolun kıyısına (kenarına)
getirip bıraktı. Sonra tüm öç duygusuyla yavrusuna
çarpan arabanın peşinden, havlayarak koşmaya başladı.
Arabanın sürücüsü kimi duyarsız sürücüler gibi
olay yerini bırakıp gitmemiş, arabasını durdurmuş,
aşağı inmek üzereydi.
Küçük köpeğe çarptığı yöne doğru döndü, üzünç
içinde baktı. İri siyah bir köpeğin hızla, yabanıllıkla
(vahşice) kendine doğru koştuğunu gördü, ayrımsadı.
30 Pars
Ne olacağıyla ilgili bir durum değerlendirmesi yapmış
olmalı ki, kendini ivedilikle aracın içine güçlükle
attı, kapıyı örttü..
O bir köpek olabilirdi, ancak tüm anneler gibi bir
anneydi o da. Bu gökyüzü gibi “mavi” kaportalı araç
küçücük yavrusuna dokunca (zarar) vermişti.
Yavrusu, emeği, yaşamakla ölmek arasındaki sancılı
bir çizginin üstünde duruyordu.
Yavrusuna bu kötülüğü yapan kim olursa olsun
karşılığını ödemeliydi; gökyüzü gibi temiz, mavi görünümlü
bile olsa!..
Pars, tüm yeğinliğiyle, yabanıllığıyla, acısıyla arabanın
üstüne atladı. Aracın ön bölümünün üstüne sıçrayarak
çıktı.
Sürücüsü elleri yöneltecinin (direksiyonunun) üstünde
ürküyle köpeğin yabanıl (vahşi) saldırısını izliyordu.
Üzünçlüydü, küçücük yavru ansızın önüne
çıkmıştı.
Doğrusu yöneltecin (direksiyonun) başına geçen
herkes gibi o da “iyi” bir sürücü olduğunu düşünüyordu.
Şimdi aracın camına pençelerini geçirmeye
çalışan, araçtan içeriye girme isteğiyle dolu, yabanıl,
yüreği yanan bir “anne”nin öç duygusuyla karşı karşıyaydı.
Olanları değerlendirecek yeniden yorumlayacak
durumda değildi doğrusu.
Pars 31
Ölçüsüz iveğenliğinin (aceleciliğinin), “hız” denemesininin
böyle biteceğini düşünmemişti doğrusu!.
Üzünçle anne köpeğin kendisine yönelik saldırısını izliyordu.
Pars, havlıyor, hırlıyor, denetimsiz camlara
saldırıyordu durmadan!.
Pars bir süre araçtan içeri girme girişimini yineledi,
sürdürdü. Ayaklarıyla, pençeleriyle arabanın sileceklerini
yerinden çıkarttı..
Bazan keskin uzun dişlerini, bazan da pençelerini
kullanarak arabanın camını, kaportasını çizdi. Sürücü
çok korkmuştu.
Babam, Pars’ın yol kıyısında güvenli bir yere bıraktığı
yavrunun bulunduğu yere koşmuş, küçük yavru
ile ilgileniyordu.
Hepimiz, ailece küçük yavrunun yanındaydık. Kayan,
ürkmüş annemin bacaklarına sarılmış ağlıyordu.
Annem, kız kardeşimin saçlarını okşayarak onu dinginleştirmeye
çalışıyordu!.
Yavrunun sol ayağı ezilmiş, kan yitiriyordu. Yanımıza
birkaç adam daha geldi. Babamla birlikte, yavru
köpeğin ayağının kanını durdurmaya çalıştılar.
Tam o sırada esmer, siyah uzun saçlı bir ablayla,
uzun boylu bir ağabey yanımıza geldiler. Siyah saçlı
abla kalabalığı dağıtarak, yararak babamın yanına
geldi. Çok duyarlı bir sesle;
32 Pars
– Bayım, ben sağnım (doktorum), izin verin de
yardımcı olayım, dedi. Babam, başını kaldırdı, sesin
iyesine (sahibine) baktı. Bu yardım önerisi onu mutlu
etmiş görünüyordu.
Dingin bir sesle;
– Sol ayağı çok kötü görünüyor. Kanamayı durdurmaya
çalışıyoruz, dedi. Sağın (doktor) olan bayanla,
yanındaki arkadaşı, küçük yavruyu babamın elinden
aldılar. Sağın olduğunu söyleyen abla erkek arkadaşına
döndü;
– Süre yitirmeyelim, arabadaki sağlık çantasına
gereksinmemiz (ihtiyacımız) var, dedi. Erkek arkadaşı
da;
– Öyle görünüyor, ben bir koşu gider alır gelirim,
diyerek ivedilikle (aceleyle) aracına yöneldi, çok geçmeden
elinde bir çantayla geri döndü.
İçinden bilmediğim bazı ilaçlarla, ak sargılar çıkardılar.
Yavrunun yaralı ayağını iyice sardılar. Sonra
bir de iğne yaptılar yavruya.
Sağınla arkadaşı işlerini bitirdiklerinde bayan sağın
güven veren bir sesle babama;
– Bu yaptıklarımız salt bir önlemdi. Ancak onu yine
de bir hayvan sağınının (veterinerin) görmesi gerekiyor.
Bacağında kırıklar var, dedi. Babam üzünçlü bir
sesle;
Pars 33
34 Pars
– Anlıyorum. Yine de sağ olunuz (teşekkürler) ben
çözümlemeye çalışırım, dedi. Sağın tasalı;
– Bugün hafta sonu, çalışabilir bir hayvan bakımevi
bulamayabilirsiniz, dedi. Annem konuşmanın arasına
girdi;
– Bir öneriniz (tavsiyeniz) var mı, dedi. Sağınla
arkadaşı uzun bir süre düşündükten sonra, başlarını
“bilmiyoruz” şeklinde sallayarak yanıt (cevap) verdiler.
Sonra da yanımızdan uzaklaştılar.
Pars, bir süre sonra usu (aklı) ile ayakları çelişir
bir durumda geri döndü. Yanımıza geldi, acıklı bir
tasa (endişe) içindeydi.
Sık sık yavrusuna çarpan aracın bulunduğu yöne
dönüyor, uluyor, havlıyordu. Bu duygusal eylemiyle,
insan kaynaklı bu kıyımı, duyarsızlığı “kınıyor” olmalıydı.
Pars, kocaman dilini dışarı çıkarmış, göğsü parçanalacak
gibi soluyordu aralıksız. Iniltili, ince sesler
çıkararak yavrusunun yanına geldi.
Onun tasalı, saldırgan görüntüsü orada bulunanların
kimilerini ürküttü. Korkup kaçanlar gövdelerini
ayaklarının yardımıyla yer değiştirenleri de oldu.
Pars 35
Yavru köpeğin acı içinde kıvranmasını izleyenler
arasında üzünç içinde ağlayanları da oldu. Ağlayanların
içinde kız kardeşim Kayan da bunlardan salt birisiydi..
O, yavrularla ilk karşılaştığında benim gibi çok etkilenmişti.
Yavru annesini yanı başında görünce, acısı,
ağrısı başlamış gibi yakınıp, yeniden çenilemeye,
köpekçe ağlamaya, başını sallamaya başladı..
Pars, yavrunun acısını dindirmek istercesine, onun
başını, gövdesini, yalıyordu. Çevremiz onlarca insan
tarafından çevrilmiş, sarılmıştı.
Aracın çıkartığı tiz ses, ormanın kıyısında yürüyen,
koşan tüm insanların bize yönelmesine neden olmuştu.
Her biri acıklı, üzünçlü sözcükler içeren tümceler
kuruyorlardı!.. Pars , yavrusunun sargılar içinde de
olsa yaşıyor olması karşısında sevinmiş, tasasının yeğinliği
düşmüştü.
Küçük yavrusuyla ilgilenilmiş olması onda, oradaki
insanlara karşı, önleyemediği bir duyarlılığın oluşmasına
neden olmuştu.
Sevinçle kuyruğunu sallıyor, orada bulunan insanları
ayrımsız başıyla, diliyle, kuyruğuyla, gövdesiyle
dokunarak; onları ödüllendiriyordu.
36 Pars
Yeniden arabanın olduğu yere seğirtti. Bu sırada
“olay”a neden sürücü, düştüğü durumdan kurtulmak
istercesine aracını çalıştırdı, sonra ivedilikle olay yerinden
uzaklaştığını.
Pars, aracın oradan uzaklatığını ayrımsayınca,
havlayarak arabanın peşine gitti. Babam, yaralı yavruyu
kucağına aldı, sevdi onu.
Sağının ona yaptığı dinginleştirici (sakinleştirici)
iğne etkisini göstermişti. Yaralı bölümüne dokunulmadığı
sürece, durumunu olurlamış görünüyor, sesi
çıkmıyordu.
Onu bir süre kucağından indirmedi. Tüylerini okşamayı
sürdürdü. Siyah içine bölüm bölüm yerleştirilmiş
gibi aykırı duran beyaza yakın tüyleri, kırmızıya yakın
duruyor, görünüyordu..
Minicik nemli gözleriyle çevresine bakınırken, şaşkındı
daha. Annesini arandı, onu göremeyince yeniden
acılı inlemeleriyle iç çekişlerini sürdürdü, ürkülü,
annesini arandı.
Diğer küçük yavru, acınacak durumdaydı. Urküyle
yere yapışmış, bakışlarıyla bizleri sorguluyordu. Başını,
öne serdiği küçücük ayaklarını üstüne koymuş,
kulaklarını korkudan yüzüne indirmişti.
Pars 37
Yanına gidip, sabah yelinin epil epil dokunduğu
tüylerine dokundum.
Yaşadığı üzüncü tüylerinden, yüreğinden almaya
çalıştım. Ben ona dokundukça küçüçük gövdesinin
sarsılarak titretiğimi ayrımsadım.
Üzünç doldu içime. Öylesine ürkü içindeydi ki, ne
benim ellerim ne de gösterdiğim sevgi onu yatıştırmamış,
dinginleştirmemişti.
Ay ışıksız kara bir gecenin rengini andıran rengiyle
yere yapışmış gibi aykırı duruyordu. Kara gözlerindeki
acılı bakışlarını, enik iniltilerinin yanına koyarak
yaralı kardeşine yöneltti.
Onun inlemeleriyle, gövdesine giren titremelerin
aynı süreye sığdığını ayırt ettim. Acıyı, üzüncü tuttu
gövdem, onu çok iyi algılamıştım.
Öyle ya! Kardeştiler, üzünçte de acıda da… Pars’ın,
olay yerinden ayrılan aracın gittiği yöne sık sık seğirtmesini
kimse önleyemedi.
O, sık sık aynı yöne koşuyor, havlıyor bir süre sonra
yeniden geri dönüyor, yaralı yavrusunu, dudaklarıyla
öpüyor, tüylerindeki kirleri diliyle temizliyor,
ona olan sevgisini anlatıyordu..
Parsı okşayarak dinginleştirip yatıştırdık. Babam,
yavruyu özenle yere bıraktı. Küçük yavru annesine
gitmek için ileri fırladı.
38 Pars
Pars 39
Ayağının yaralı olduğunu unutarak, ayrımına varmadan
yaralı ayağını da bilinçsizce yere bastı. Yaralı
ayağını yere koymasıyla acı içinde çenilemesi bir oldu.
Yaralı ayağını yukarı, karnına doğru büktü, çekti.
Kesik acılı iniltilerini sürdürdü. Pars, bir anda yavrusunun
tepesinde bitiverdi. Diliyle onu okşadı. Acısını
dindirmeye çalıştı.
Yavru, bir süre acılandıktan, inledikten sonra dinginleşti.
Kendini annesinin gölgesine bıraktı. Kahverengiye
yakın göz bebekleri yoğun bir ıslaklık içinde
küçük “bilye”ler gibi ışıl ışıl dönüyor gibiydi.
Kız kardeşim annemin bacaklarının arasına sığınmış,
yeniden ağlamaya başlamıştı. Annem onu dinginleştirmeye
çalıştı. O tasalı;
– Anneciğim, canı çok yanıyor olmalı. Ona yardım
eden ablayı duydunuz. Ayağının kırığı varmış, sarılması
gerekirmiş, dedi. Annem de;
– Kayan, sorun yaratma sen de. Babanı duydun,
onu burada böyle bırakacak değiliz! Dedi. O yine ağlamasını
sürdürdü;
– Ne yapacaksınız, onu burada böyle mi bırakacaksınız,
diye sızlanmalarını yineledi (tekrarladı).
Yaralı yavru, sargılı ayağını öne uzattıktan sonra,
küçücük pembe diliyle yalamaya başladı.
40 Pars
Belli ki çok acıyor olmalıydı.
Pars da onun yanına uzandı. O da onunla birlikte
sargılı olan ayağı yalamaya başladı. Yaşadığı üzünçle,
ürküyle memeleri çekilmiş gibiydi.
Gövdesinin karın, göğüs bölümünü kısa kırılgan
devinmelerle yaralı yavrunun ağız bölgesine yaklaştırdı.
Yavrusunun acıkmış olabilmesi olanaksızdı. Az
önce onu bizim yanımızda emzirmişti. Bizler de onları
sevgiyle izlemiştik.
Memelerini, yavrusunun küçücük dudaklarına sundu.
Küçük yavru, isteksizdi, kendisine sunulan memeyle
önce ilgilenmek istemedi.
Kendisini izleyen türü kendinden olmayan topluluğa
baktı. Sonra acılı bir ulumayla başını her bir yana
çevirdi, döndürdü.
Bu yakınmalı eylemi, bir tür “sorgu”lama olarak
algıladı onu izleyenler. Kardeşimin imgelem gücü her
dönem derindi.
Algılama, sezgileme gücü de!.. Ağlamalarını yükseltti;
– Bakın, gördünüz mü, bizi, hepimizi; ona böyle acı
yaşattığımız için “kınıyor”!. Dedi.
Pars 41
Onun bu tümcesi, ormanın içine “gök” patlaması
gibi indi. Herkes sustu. Ulumasını sürdüren küçük yaralı
yavru da. Kardeşim Kayan”a bakıyordu. Onun da
gözü yaşlıydı.
Kardeşim annemin yanından ayrılarak ona doğru
yöneldi. Gitti yanına oturdu. İki ayrı türün acısını bir
araya getirmişler gibiydi. Küçük yavru kardeşim yanına
oturmasının ardından annesinin memesini kadifemsi
dudaklarının arasına aldı.
Çektiği acıyı gövdesinden silmek ister gibiydi. Ancak,
insan kaynaklı acılar öyle kısa sürede düştüğü
yeri, bırakmıyordu.
O, annesini emerken, diğer kardeşi de yanlarına
geldi. Yaralı kardeşinin yüzüyle, gözlerini yaladı. Sevdi,
okşadı kardeşini.
Her dönem annelerinin memelerinin her biri için
kavga ettikleri memelerden birine yönelmedi.
Dönüp de bakmadı bile! Yaralı yavru da süt yürümüş
dudaklarını çekti memeden. Acındığını gördü
kardeşinin.
Bu yüzden bütün memeleri, kendine bıraktığını ayrımladı.
Yaladı, öptü kardeşini. Sağlam olan ön eliyle
dokunup iteledi sevgiyle.
42 Pars
Düştü, yuvarlandı diğeri, onu “gül”dürüp yüreklendirmek
için. Pars, bir süre kardeşine duyguyla dalaşan
yavrusuna baktı.
Sonra da onu yaladı öptü. Hepimiz onları izlerken,
yaşadıklarımızdan çok etkilendik.
Onu izleyen herkesi izledim tek tek. Herkes duygulanmış,
gözleri yağmur yağmur dolanları, ağlayanları vardı
aralarında. duygulandık. Babam Pars’ı okşayarak:
– Pars, çok üzgünüm, sana böyle kutsuz bir gün yaşattığımız
için; umarım bizleri bağışlarsın, dedi.
Pars, hemen baş ucunda duran babamın bacaklarına
başını yasladı, süründü. Babam da onun başını
okşadı. Pars, babamın ellerini yaladı yeniden. “Sağ
ol,” der gibiydi. Babam orada bulunanlara döndü;
– Kimi sorumsuz sürücüleri, anlamakta güçlük çekiyorum.
Biraz yavaş gitseydi, tüm bu kutsuz olayı yaşamayacaktık.
Ne kural tanıyorlar, ne de yasa. Ayaklarına, yüreklerine
taş bağlamışlar. Ezmek, yok etmek için yaratılmışlar.
Kıyıcılık işlemiş içlerine.
Ölüm saçıyorlar yol yol. Cana, mala kıyıyorlar dakika,
saat. Kimlik, kişilik kanıtlıyorlar koltuk yönelteç
(direksiyon). Çoluk çocuk demiyorlar. Börtü, böcek,
uçan, uçamayan, sürüngen ayırmıyorlar.
Pars 43
Geçen her bir sürede yıkımlarını büyütüyor, ev
ocak yıkıyorlar. Sevenleri birbirlerinden ayırmanın
“utan”cını bize yaşatıyorlar!
Birileri dur, yeter, demiyor, diyemiyor! Aracının
koltuğuna oturup da, kendi türüne, yaşadığı doğal ortama
duyarlı kaç insan sayarız;“ Ben iyi sürücüyüm,
benim arabam iyidir! Ben… ben…” gibi tümceleri,
sözcükleri kaçımız söylemez, yinelemez içinden?
Kaçımız böyle bilgisizliğin, bilinçsizliğin karanlığına
direnir; kendimizi, ailemizi, ülkemizi koruruz, olacaklardan,
kutsuzluklardan?
Kaçımız, bu benim yurdum, yurttaşım, “Sakınalım
ha! Trafik canavarı olmayayım” diye düşünür?
Kimse, bir canlıyı yok etme önceliğine, ayrıcalığına
(hakkına) iye (sahip) değildir. Şu yavrucağa bakın!
Sütte, memede ağzı…
Ne suçu var şu hayvancığın? Acıya, ağıya gömdük
gövdesini yirmi, otuz günlükken daha! Uçanlar, uçamayanlar,
yüzenler, yürüyenler, koşanlar; hepsi de
bizim ulusal değerlerimiz.
Kendi değerlerini bilmeyen, korumayan nasıl yücelir?
Doğal çevresini kirleten, yok eden nasıl çocuk
büyütür, güvenle yetiştirir ulusunun yarınlarına!..
Nasıl sevgi tutar yüreği? Öldürmenin, kıyımın, yok
etmenin gerekçesi yaratılamaz. İnsanın çevresi, yüreğindeki
sevgisinin gözesidir, pınarıdır, özünün, yaradılışının
mayasıdır, hamurudur.
44 Pars
Pars 45
Bilmemezlik görememezlik kirletmenin, öldürmenin
gerekçesi olamaz, gösterilemez!.
Göremediğimizi söyleyerek bir karıncayı ezebileceğimizi
olağan sayarsak, bizimle birlikte yaşayan her
bir türe acı vermeyi sürdüreceğiz demektir.
Bu da, çevremizdeki değerleri yok etmeyi sürdürmektir.
Her gün biraz daha kendimizi, geleceğimizi öldürmektir.
Buna izin vermemeliyiz. Bu savaşımı bayrak
bayrak sürdürmeliyiz, dedi.
Çevremizde bizi dinleyenlerin her biri üzünçle babamı
dinlediler. Babam susunca yaralı yavru yeniden
ağlamaya, inlemeye başladı. Kız kardeşim de onunla
birlikte ağlayarak;
– Babacığım şimdi n’olacak, bu yavruyu böyle bırakacak
mısınız, dedi. Babam ona doğru yöneldi, onu
kollarının arasına aldı.
Kalabalığın arasında yaşlı bir amca babama doğru
yürüdü, üzünçle kız kardeşimin saçlarını okşadı;
– Kızım, üzülüp ağlama! Bak çevrene! Bu gördüğün
her bir insan, senin gibi, ailen gibi duyarlı insanlar.
Eğer duyarlı olmasalardı şu anda onların biri burada;
bu küçüçük yavrunun yanında olmazlardı. Tasalanma
sen. Ben emekli bir işçiyim.
46 Pars
Şu anda Büyükşehir Belediyemize bağlı ilçe
belediyelerimizden birinin “Sokak Köpekleri
Bakımevleri”nin birinde “gönül”lü olarak çalışıyorum.
Şimdi çalıştığım “birim”i cep telefonumla aradım.
Az sonra burada olurlar. Anne köpekle iki yavrusunu
alıp “Köpek Bakımevi”ne götürecekler.
Tasalanacak bir şey yok. Bundan böyle Pars’la
yavrularının bakımını belediyemiz “Bakımevi” üstlenecektir,
dedi.
Amcanın bu tümcesini, orada bulunanlar alkışla
yanıtladılar. Hepimiz çok sevinçliydik. Çok geçmeden
ilgili belediye sorumluları araçlarıyla geldiler.
Pars’la birlikte iki küçük yavrusunu alıp götürdüler.
Biz de onların o “yürek”li çalışmalarını bir kez
daha alkışladık…
Pars 47
Öyküyü De¤erlendirme
1. Bu öykünün da¤arc›¤›n›za kazand›rd›¤› sözcükleri
yaz›n›z.
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
2. Ö¤rendi¤iniz bu sözcükleri, günlük yaam›n›zda
kullanmay› düünür müsünüz? Neden?
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
3. Bu öyküde kullan›lan sözcüklerin, öncelikle
Türkçe olarak seçilmesini nas›l kar›lad›n›z.
Duygular›n›z›, ö¤rendi¤iniz bu sözcüklerle; s›n›fta
arkadalar›n›zla de¤erlendiriniz.
4. Yap›t›n konusu, kahramanlar›yla ilgili
düüncelerinizi, arkadalar›n›zla de¤erlendiriniz.
5. Yap›tla ilgili düüncelerinizi, yazar›na iletilmek
üzere, yay›nevine iletiniz.
6. Okudu¤unuz öykünün kurmacasını (senaryosunu)
yazarak; paylamak üzere yay›nevine gönderiniz.
7. Bu öyküyü, siz yazsayd›n›z ;
a. Öykünün ad›n› ne koyard›n›z.
………………………………………………………………….
48 Pars
b. Öykünün sonunu nas›l tamamlard›n›z.
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
8. Öykünün kahramanlar›yla ilgili düüncelerinizi
arkadalar›n›zla birlikte de¤erlendiriniz.
9. Öykünün yazar›yla ilgili bilgi edininiz.
10. Yazar›n baka hangi yap›tlar›n›n ad›n› biliyorsunuz.
Bunlardan hangilerini okudunuz.
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
………………………………………………………………….
11. Yazar, yap›t›nda “ve, amma, fakat…” ba¤laçlar›
kullanmam›t›r. Bunun nedeni sizce ne olabilir?
Tart››n›z.
12. Bu öyküde ö¤rendiğiniz sözcükleri de kullanarak
şiir, öykü, gibi “yaz›nsal” dayancalar (metinler)
yaz›n›z. Yazd›klar›n›z› TDK Türk Dili Dergisinin
Gençlik yay›n Bölümüne gönderiniz.
13. Öyküde geçen sözcüklerin, nas›l kullan›ldıklar›yla
ilgili daha geni bilgiyi; uygulamal› olarak TDK’n›n
a¤ sitesinde bulabilirsiniz.
“Mavi Gezegen” in Şairi Yazar Tigin (şehzade) Orçun Öntaş; erken yaşlarda aramızdan ayrıldığında, ardında 12 yazınsal eser bırakmıştır. “Suskun Yabgu” adlı eserinin 66. Sayfasında okuruna; kendisini, konat (Selçuklu Saltukluları)’ını şöyle tanımlar, anlatır;
Ben Tigin Orçun Öntaş büyük eylemci / düşünür / dilbilimci bir babanın / kendisi gibi / mürekkebi bozkır mavisi / kalemi hırçın / şair oğluyum
Genel Tarih Yazıcıları on iki asır önce / Oğuz Kınık’larının / bilinen ilk kağanı / Büyük Ata’m Tankut İlteriş Alp Togan’ı / soy ağacımın 1 numarası ;
Beni de Konat’ımın son “Savaşçı Yabgusu” bilge babamdan sonra 34. kuşak Selçuklu Saltuklu Tigin (şehzade)’i sayar / mücadelemizi onarlar
Benden öncekiler için de / söyleyeceklerim var tabi onlar da Siyasal Tarih Biliminin konusu yengileriyle / yenilgileriyle Ders Kitapları’nda okutuluyorlar şimdi
Ben Bilge Saltuk / Aysaltuk’un “tek evlaldı” / yol / kalem yoldaşı Tigin Orçun boy / budun / Konat Ata’larım gibi töremi / yasa’mı bildim Anadilim’i / Türkçe’mi yurdum / toprağım belledim susanlardan / susturulanlardan / savrulanlardan olmadım Öz’üm Su’dan / Işık’tandır Konat’ım / Halk’ım Yücelsin / Bilinir Olsun. …
Aysaltuk v. Orçun Öntaş Asyatik Dilleri Bilim Merkezi Edebiyat Kurulu
“Mavi Gezegen’in“
Şairi
Selçuklu YABGU SaltukluLARI
Tigin Orçun Öntaş
2014 ‘ün sonlarında genç yaşta yitirdiğimiz; “Mavi Gezegen” in Şairi, Yazar Tigin Orçun Öntaş; Dilbilimci, Türk Tarihi ve Asyatik Dilleri Kuramcısı, Bilim Kültür, Sanat insanı Aysaltuk v.öntaş’ın “tek evladı” dır.
Yitikliğiyle ardında, büyük acılar bırakan genç Şairin yapıtlarıyla yazınsal değerlendirmelerden bazı örnekler, aşağıda sunulmuştur.
Tigin Orçun Öntaş Anıtsal Kurganı görselleri
A – Mavi Gezegen’in
Şairi
Selçuklu YABGU SaltukluLARI
Tigin’i yazar orçun öntaş’ın
şiirleri’NİN
İÇERİK YAZINSAL ÇÖZÜMÜ
“mavi gezegen” in şairi, yazar TİGİN Orçun Öntaş
Erken yitikliğinin sarsıcı ağrılarının ardından, heryıl adına düzenlenen; “Mavi Gezegen” in Şairi, Yazar Tigin Orçun Öntaş Anadil Türkçe ” EDEBİYAT ÖDÜLLERİ ” ve tüm etkinliklerle birlikte, Tigin Orçun Öntaş ” Sosyal Sorumluluk Projeleri ” adlı yazınsal etkinliklerin tamamı; Aysaltuk V. Orçun Öntaş Asyatik Dilleri Bilim Merkezi tarafından “KURUMSAL” olarak yürütülüp, sürdürülmektedir.
Tigin Orçun Öntaş, çağdaş şiirin en bunalımlı döneminde, ayrık bir karşıtlık olarak ortaya çıkan, Türk şiirinde, yaratıcısı, yazınsal oluşturucusu bilge şair, yazar, dil bilimci ve Edebiyat Kuramcısı babasına (A.V.Öntaş) ait olan; şiirimizde “Yeni Bir Kuram” ve “Yazınsal Akım“ olarak da kabul edilen, Eytişim (Diyalaktik) sel Özdekçi (Özdeksel) şiir akımının öncülerindendir.
Tigin Orçun, yazınsal anlatılarında, kendi şiir örgüsünü yaratmış, kendi anlatılarına en uygun sessel, imgesel şiir tekniğini oluşturmuş az sayıdaki şairlerimizdendir.
Erken yaşta yitirdiğimiz şair ve yazar Tigin Orçun öntaş; öğrencilik yıllarından başlamak üzere, eğitim-öğretimden arta kalan sürelerini; ülkemizin yazınsal belleği olarak da bilinen babasına ait yayınevlerinin “edebiyat” mutfaklarında bulunmuş; yazınsal edimlerle, birikimlerle kendini çoğaltmıştır.
Tigin Orçun öntaş, 1990 yılından itibaren, babasının kurduğu Hasat Yayınları, Orçun Eğitim Yayınları, İlk aşama Yayınları, İlay Yayınları ve Ödül Yayınlarının yürütüm kadrolarında yer almıştır. Tigin Orçun, yazınsal üretimlerle, edebiyatla olan ilişkisini de hiç ara vermeden, kesmeden sürdürmüş, coşkulu dizeleriyle kendi tekniğini oluşturmuştur.
Doğasal, toplumsal karşıtlıkların şairidir Tigin Orçun öntaş. Kendi çizgisine yakın usta şairlerden çok ayrı bir yerden, AYIRT edilir karşıtlıklarla seslenir okuyucusuna. Yersel bir şair olmaktan çok, bilinir, bilinmez gezegenlerin şairidir. Bu nedenle, okurları onu; “Mavi Gezegen” in şairi olarak betimler, nitelerler.
Tigin, aynı çizgideki şairler gibi köylerden, ovalardan, sam yelinin geçtiği çiy düşmüş bozkırlardan, kardelenleriyle karları, dağların yamaçlarını öpen yalçın kayalıklardan, şehirlerden seslenmez salt.
Sürecin usta şairleri gibi aynı sese, söze, geç, güç gelen her bir karşıtlığa usunu, yüreğini bilinçle, dirençle yoğurur, kendine öz bir ses, söz, imgesel dizeleriyle karşı koyar. Tigin, bir karşı duruşun, direnişin imgesiyle kucaklar her bir karşıtlığı… İşçilerin, ekmek peşinde koşanların, öksüz, yalnız tüten yoksul evlerin dumanlarıyla geçer akşamları, aysız geceleri. Yıldırım, şimşek yüklü bulutların ışıklı yağmurlarıyla iner toprağa, yaprağa, sulara…
En taçlı, seçkin kısa sözcüklerle oluşturur mavi dizelerini. Durgun su lotuslarının (nilüferlerinin) kut’sanmış renkleriyle gülümser halkının yaralı çocuklarına, emekçilerine…Toprağa sıralı düşmüş gelincikleri, karanfilleri , peygamber çiçeklerini kırmızılar nehirsel imgeleri. Okyanus mercanlarının, şakayıklarının sesi olur. En asi ırmakların, gizemli sancıların çığılığıyla ışıklandırır, yakar kara karanlıkları. Okyanusların mavi soluğudur imgeleri Tigin Orçun Öntaş’ın.
Suya, nehire, denize, okyanusa kıyısı olan her bir alıç, ardıç, ağaç gölgesinin kızıl gülüşü olur taç’lı dizeleriyle Tigin Orçun…
Anlatıları, her gün’ün doğumunda, oluşumunda, yitiminde ; ağacının yeşiline, dalına, gövdesine yaslanır; çocuklarının yüreğine dokunur sessizce; ırmak ırmak, nehir nehir bir ulu sonsuzluk içinde akar ; çoğalır atların, tayların toynaklarıyla, kanatlarıyla kınaladığı bozkırlarını. İçli, yanık bir kavalın sesiyle sarar yüreği, örter, karla, doğmak, üretmek, direnmek, tanımlı yeni söylenceler için…
yabguAySaltuk vakıf suyayınları
TİGİN ORÇUN‘ şiiriyle ilgili yazınsal çözümleme örnekleri
tigin orçun öntaş’ın şiirleriyle ilgili yazınsal bir tanımlama; birkaç tümce kurmak gerekirse, onun kendi şiir örgüsünde, kendi olan ve çağdaş yönsemelerin sınırlarının ötesine uzanan, içsel bir teknikle şiirini tamamladığı yadsınamaz.
Paul Eluard, Mayakovski ve diğer şiir ustalarının; şiir de örgüledikleri imge, ritm ve ses ilişkilerine, genç şairimiz; derin olgusallık ve kurgusallıklarla oluşturduğu dizelerinde, Türkçe’mizin en taç’lı kısa sözcüklerinin arkasına, nehir’sel, sessel imgeler sağnağıyla, evrensel, özdeksel geçişlerle şiirini toplumsallaştırarak, kendinden sonraki kuşakların yüreğine dokunuyor.
———————————————————————
Tigin Orçun,
“evren-doğa-insan-toplum-diyalektik ilişkilerini”, tümcül ve yazınsal olarak çok etkili kullanırken; “toplumcu-gerçekçi” bir “biçemi” de; kendi yazınsal uğraşısının öznesi olarak belirlemiş olmasıyla da ; Türk yazınının yazınsal belleğinde yerini almış görünüyor.
Genç şairimiz, düşüncesiyle, yaşam biçimiyle ve eserleriyle her sürecin öznesi olmayı sürdürecek, sonsuza dek halkının ve onların çocuklarının taç’lı belleklerinde, yüreklerinde hep varolmayı, yaşamayı sürdürerek; Mavi Gezegen’lerini taç’landıracaklardır…
…………………………………………………….
Tigin Orçun Öntaş’ın şiirleri, mavi gezegen’imizin tüm özdeksel öznelerinin; evren-uzay-mekan ilişkileriyle birlikte sorgulandığı masalsı, öyküleme, mitolojik anlatı bir şiir’dir.
Tigin Orçun, evren-doğa-insan-toplum- diyalektik ilişkilerini, eserlerinde tümcül kullananarak; “toplumcu- gerçekçi “ şiir çözümlemelerini, okuruyla paylaşmaktadır.
Tigin (şehzade) Orçun Öntaş’ın şiirlerinde örgülediği imge, ritim, söz ve ses gücü; etkisi çok güçlü okyanus “dip” akıntılarına benzeyen söylencesel dizelerine; aklı, duyguyu sarsan, çoğaltan bir ulu bilgeliği de okuyucusunun kucağına, yüreğine koymuş görünüyor.
Şair, yaşadığı doğasal, toplumsal süreçlerle; dün’ümüzü sorgular, okuyucusuna sorgulatırken;
yarınlarımızı da tarihsel gerçekçilik ve bütünlük içinde, yeniden çözümlenmesini öngörüyor,
yüreğine, usuna sığınıyor çocuklarının…
yabguSaltuk vakıf suyayınları
2014 ‘ün sonlarında genç yaşta yitirdiğimiz;
Şair, yazar tigin orçun öntaş;
Bilim Kültür, Sanat insanı Aysaltuk v.öntaş’ın “tek evladı” dır.
Yitikliğiyle ardında, büyük acılar bırakan genç Şairin yazınsal yapıtlarından bazıları, aşağıda gösterilmiştir.
—————————————————————————-
YAZINSAL ETKİNLİKLERİ
PAYLAŞILIR !..
Bugün (30 Mart) , Tigin Orçun Öntaş’ın doğum günü.
Sevgili Tigin Orçun Öntaş’ın, en verimli dönemlerine ait yazınsal birikimlerinin bir bölümü daha; adını da taşıyan Bilim Merkezi’mizin ilgili Yazınsal Kurumlarının özverili çalışmalarının sonucunda ; aşağıda adlarıyla görsellerden de anlaşılacağı gibi; Tigin Orçun Öntaş’ın
7 adet seçki yapıtı’ı, vakıf’ımızca yayınlanarak edebiyatımıza kazandırılmıştır. Diğer yazınsal birikimleriyle ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.
Yayınlanan seçkiler
1-Suskun Yabgu’nun Güncesi 2- Sudaki Kozmik İz 3-Bıraktığım Gibi Kal 4-Üzgünüm, Böyle Gitmeseydin 5- Ağlama. Nehirler Durulunca Dönerim 6-Bozkırlarımın Mavi Gülüşü 7-Düşler de kanar, vurulur Tüm anılarını kucaklarız.
Tigin Orçun Öntaş Anma Kurulu
“Biyografik Belgesel Anlatı Aysaltuk v. Öntaş” adlı eserinin “Tanıtım Sunum“undan alınmıştır.
“Mavi Gezegen” in Şairi Yazar Tigin (şehzade) Orçun Öntaş; erken yaşlarda aramızdan ayrıldığında, ardında 12 yazınsal eser bırakmıştır. “Suskun Yabgu” adlı eserinin 66. Sayfasında okuruna; kendisini, konat’ı (Selçuklu Saltukluları)’ nı şöyle tanımlar, anlatır;
Ben Tigin Orçun Öntaş büyük eylemci / düşünür / dilbilimci bir babanın / kendisi gibi / mürekkebi bozkır mavisi / kalemi hırçın / şair oğluyum
Genel Tarih Yazıcıları on iki asır önce / Oğuz Kınık’larının / bilinen ilk kağanı / Büyük Ata’m Tankut İlteriş Alp Togan’ı / soy ağacımın 1 numarası ;
Beni de Konat’ımın son “Savaşçı Yabgusu” bilge babamdan sonra 34. kuşak Selçuklu Saltuklu Tigin (şehzade)’i sayar / mücadelemizi onarlar
Benden öncekiler için de / söyleyeceklerim var tabi onlar da Siyasal Tarih Biliminin konusu yengileriyle / yenilgileriyle Ders Kitapları’nda okutuluyorlar şimdi
Ben Bilge Saltuk / Aysaltuk’un “tek evladı” / yol / kalem yoldaşı Tigin Orçun boy / budun / Konat Ata’larım gibi töremi / yasa’mı bildim Anadilim’i / Türkçe’mi yurdum / toprağım belledim susanlardan / susturulanlardan / savrulanlardan olmadım Öz’üm Su’dan / Işık’tandır Konat’ım / Halk’ım Yücelsin / Bilinir Olsun. …
Aysaltuk v. Orçun Öntaş Asyatik Dilleri Bilim Merkezi Edebiyat Kurulu
Şairin,
“Sudaki Kozmik İz” adlı yapıtından;
“…her bir
ağrılı bakış
külleriyle besliyor
dumanlarıyla
aklığını örtüyor
saçlarımın
ay karanlık
gece solumuyor
ıhlamur çiçeklerinin
taçlarını yağmalıyor
yarasalar
karıncalar
yırtılıyor
gün ışımadan
kelebeklerin kanadı
beşiklerindeki bebeklerin
pembe dudakları
nilüferlerin ağaran güne
uyananları
kardan gülüşler
yarınlar
hangi gül ağacının
dibinde
gölgesinde
bu işin neresinde
durur hıdırellez’ler
görünmez tanrılar
ağlayan tanrıçalar
var mı bir bileni .…”
Tigin Orçun Öntaş
Şairin,
(Suskun Yabgu’nun Güncesi) yapıtından;
“…
yazıyorum
yazdıklarım çiçeklenmiyor
gülümsemiyor
kar
buz üstünde
kalemim asi
mürekkebim hırçın
asya da
idil
bilge nil
Afrika da
bir başka yerde
susmayan
susturulamayan kızıl bir nehir
misisipi
amazonlarda
vahşi çığlık
buz çöllerinde
kanayan çiçek …”
Tigin orçun öntaş
Şairin,
“Bıraktığım Gibi Kal” yapıtından;
“…çakalların
kuzgunların
saldırısına uğradık
kıyım
talan sofralarındaydık
zındanlarda
kurtların
kardelenlerin
dudakları öptü
kanayan yaramızı
gözyaşlarımızı
oysa
küçücük bir çocuktum
yivsiz namlu önlerine
bırakıldığımda
el kadar
bir kefendi çığlığım
örtünemedim
kana boyanmıştı
gece
dağları
suları titretti
isyanımız
direncimizi
kutsadı
yağmur kuşları
turnalar
filamingo sürüleri
kızıldı nehirler
türküler
gelinlerin kanafçeleri
döl tutmuştu
kısraklar otlaklarında
kurtlar doğumdaydı
inlerinde ejderhalar
şahmaranlar
hıçkırıklar
ardındaydı
çığlıkların..”
Tigin Orçun Öntaş
Şairin,
“ Ağlama, Nehirler
Durulunca Dönerim” adlı yapıtından;
“…sarpların
en kadim yabanılları
donmuş yamaçları
himalayaların
alplerin
kalbi ağrır
çürütür aşklarını
hasret
kan susar
isimsiz
işlemesizdir mendilleri
kanafçelerinde
gül kurutulur kızların, gelinlerin…”
Tigin Orçun Öntaş
Şairin,
“ Üzgünüm, Böyle Gitmeseydin”adlı yapıtından;
“…ağlama
ısırma dudaklarını
kanatma
çizme
sakız ağaçlarını
dağ kengerlerini
bulutlar kızıl ağlarken
halkımla aynı saflarda
senli yüreğim
seni fazla
çok ötelerinde
görür olurlamaz kavgam
dizelerim
mor dağlar
gittin
“gelme
dönme” demem
diyemem
uzak dur bulandırma
buz dağlarımın
sularını
gönlümün yalazlarını
ağrılarını yüreğimin
unutma
ağıtlar da
yer
yurt tutar
gecikmiş ağrılar gibi
kırgınım
çok incindim
incittin
beşikleri
salıngaçları …”
tigin Orçun Öntaş
Şairin,“ Düşler de Kanar, Vurulur”
adlı yapıtından;
“…
sen de
gör
duy
sorgula çocuk
ölmeden su
dal
ağaç
ozanların dizeleri
kavalımın sesi
ayağa kalk
kilisede çanların
camilerde ezanların
inanç evlerinin
çağrıları susmadan
analarını yitirmeden
kuzular
ateş böcekleri
susmadan
şafak sökmeden
nilüfer taçlarının
sevişenlerinin üstüne
geceyi yalnız
önlemsiz
geçenler
örümceklerin
ağrılı
ağılı olanları
dizeleri yırtılmış
şairler …”
tigin orçun öntaş
Şairin,
“ Bozkırımın Mavi Gülüşü” adlı yapıtından;
“…
gamı yoktu
kederi yoktu
ateşi yoktu
gönlümün
sen kanatlarını
suya çamura
değdirmeden önce
saçlarımın her
bir telini
ayırmamıştı rüzgar
alıç
karamuk
dikenleri bitmezdi
girmezdi koynuma hiç
sen gelmeden önce …”
tigin orçun öntaş
Yazarın, “Vanasiya!..
Anadolu Kamonika’larının
Mavi Kutbu” adlı yapıtından;
“…Ah…
Spartaküs
Troya’nın kozmik yarası
Kale önlerinde
Çarmıhını tutan el
Paris’in gülen yüzü
“ Hektor”
Aklımın
Yüreğimin
Yaralı ustası
Gece neden yaralı
Dizlerinin üstüne
Oturmuş dağlar
Kim ağlattı suları
Çıplak şimdi
Yatağında nehirler
Ah..
Vanasiya’nın
kızıl kanatlı perisi
halkımın
Mavi kutbu
Pensilya…
Düşürme toprağa
Kınalı parmaklarından süzülen
Kılıcımın gözyaşlarını
Ne zaman kana doymuş toprak
düşman
Öpmesin
Benden başkası
Kimse
Hiçbir kimse
saçlarının perçemini
tanrı da
tanrıça da olsa
Benden başka..”
tigin orçun öntaş
Sevgili Tigin Orçun Öntaş’ın, en verimli dönemlerine ait yazınsal birikimlerinin bir bölümü daha; adını da taşıyan Bilim Merkezi’mizin ilgili Yazınsal Kurumlarının özverili çalışmalarının sonucunda ; aşağıda adlarıyla görsellerden de anlaşılacağı gibi; Tigin Orçun Öntaş’ın
9 adet seçki yapıt’ı, vakıf’ımızca yayınlanarak edebiyatımıza kazandırılmıştır. Diğer yazınsal birikimleriyle ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.
Yayınlanan seçkileri
- Suskun Yabgu’nun Güncesi
- Sudaki Kozmik İz
- Bıraktığım Gibi Kal
- Üzgünüm Böyle Gitmeseydin
- Ağlama Nehirler Durulunca Dönerim
- Bozkırlarımın Mavi Gülüşü
- Düşler de kanar, vurulur
- Vanasiya
- Boy, budun, konat’dan Selçuklu Devletine
Tüm anılarını kucaklarız.
Tigin Orçun Öntaş Anma Kurulu
Şairin,
“Sudaki Kozmik İz” adlı yapıtından;
“…her bir
ağrılı bakış
külleriyle besliyor
dumanlarıyla
aklığını örtüyor
saçlarımın
ay karanlık
gece solumuyor
ıhlamur çiçeklerinin
taçlarını yağmalıyor
yarasalar
karıncalar
yırtılıyor
gün ışımadan
kelebeklerin kanadı
beşiklerindeki bebeklerin
pembe dudakları
nilüferlerin ağaran güne
uyananları
kardan gülüşler
yarınlar
hangi gül ağacının
dibinde
gölgesinde
bu işin neresinde
durur hıdırellez’ler
görünmez tanrılar
ağlayan tanrıçalar
var mı bir bileni .…” var mı suyun buzun üstüne isyanı’nı çığlığıyla yazan var mı…. ..
Tigin Orçun Öntaş
Şairin,
(Suskun Yabgu’nun Güncesi) yapıtından;
“…
yazıyorum
yazdıklarım çiçeklenmiyor
gülümsemiyor
kar
buz üstünde
kalemim asi
mürekkebim hırçın
asya da
idil
bilge nil
Afrika da
bir başka yerde
susmayan
susturulamayan kızıl bir nehir
misisipi
amazonlarda
vahşi çığlık
buz çöllerinde
kanayan çiçek …”
Tigin orçun öntaş
Şairin,
“Bıraktığım Gibi Kal” yapıtından;
“…çakalların
kuzgunların
saldırısına uğradık
kıyım
talan sofralarındaydık
zındanlarda
kurtların
kardelenlerin
dudakları öptü
kanayan yaramızı
gözyaşlarımızı
oysa
küçücük bir çocuktum
yivsiz namlu önlerine
bırakıldığımda
el kadar
bir kefendi çığlığım
örtünemedim
kana boyanmıştı
gece
dağları
suları titretti
isyanımız
direncimizi
kutsadı
yağmur kuşları
turnalar
filamingo sürüleri
kızıldı nehirler
türküler
gelinlerin kanafçeleri
döl tutmuştu
kısraklar otlaklarında
kurtlar doğumdaydı
inlerinde ejderhalar
şahmaranlar
hıçkırıklar
ardındaydı
düğümü çözülmüş çığlıklar..” erken terketmişlerdi beşiklerini aylık bebekler isyanları kardeşti kurtlarla karacalarla kelebeklerle bozkırlar tüketmişti kendini silinmişti gök Ay Güneş…
Tigin Orçun Öntaş
Şairin,
“ Ağlama, Nehirler
Durulunca Dönerim” adlı yapıtından;
“…sarpların
en kadim yabanılları
donmuş yamaçları
himalayaların
alplerin
kalbi ağrır
çürütür aşklarını
hasret
kan susar
isimsiz
işlemesizdir mendilleri
kanafçelerinde
gül kurutulur kızların, gelinlerin…”
Tigin Orçun Öntaş
Şairin,
“ Üzgünüm, Böyle Gitmeseydin”adlı yapıtından;
“…ağlama
ısırma dudaklarını
kanatma
çizme
sakız ağaçlarını
dağ kengerlerini
bulutlar kızıl ağlarken
halkımla aynı saflarda
senli yüreğim
seni fazla
çok ötelerinde
görür olurlamaz kavgam
dizelerim
mor dağlar
gittin
“gelme
dönme” demem
diyemem
uzak dur bulandırma
buz dağlarımın
sularını
gönlümün yalazlarını
ağrılarını yüreğimin
unutma
ağıtlar da
yer
yurt tutar
gecikmiş ağrılar gibi
kırgınım
çok incindim
incittin
beşikleri
salıngaçları …”
tigin Orçun Öntaş
Şairin,“ Düşler de Kanar, Vurulur”
adlı yapıtından;
“…
sen de
gör
duy
sorgula çocuk
ölmeden su
dal
ağaç
ozanların dizeleri
kavalımın sesi
ayağa kalk
kilisede çanların
camilerde ezanların
inanç evlerinin
çağrıları susmadan
analarını yitirmeden
kuzular
ateş böcekleri
susmadan
şafak sökmeden
nilüfer taçlarının
sevişenlerinin üstüne
geceyi yalnız
önlemsiz
geçenler
örümceklerin
ağrılı
ağılı olanları
dizeleri yırtılmış
şairler …”
tigin orçun öntaş
Şairin,
“ Bozkırımın Mavi Gülüşü” adlı yapıtından;
“…
gamı yoktu
kederi yoktu
ateşi yoktu
gönlümün
sen kanatlarını
suya çamura
değdirmeden önce
saçlarımın her
bir telini
ayırmamıştı rüzgar
alıç
karamuk
dikenleri bitmezdi
girmezdi koynuma hiç
sen gelmeden önce …”
tigin orçun öntaş
VANASİYA
Anadolu Kamonika’larının
Mavi ” Kutbu “
Yazarın, “Vanasiya!..
Anadolu Kamonika’larının
Mavi Kutbu” adlı yapıtından;
“…Ah…
Spartaküs
Troya’nın kozmik yarası
Kale önlerinde
Çarmıhını tutan el
Paris’in gülen yüzü
“ Hektor”
Aklımın
Yüreğimin
Yaralı ustası
Gece neden yaralı
Dizlerinin üstüne
Oturmuş dağlar
Kim ağlattı suları
Çıplak şimdi
Yatağında nehirler
Ah..
Vanasiya’nın
kızıl kanatlı perisi
halkımın
Mavi kutbu
Pensilya…
Düşürme toprağa
Kınalı parmaklarından süzülen
Kılıcımın gözyaşlarını
Ne zaman kana doymuş toprak
düşman
pmesin
Benden başkası
Kimse Hiçbir kimse
saçlarının perçemini
tanrı da